25 Nisan 2010 Pazar
kreşistan
dün dünyanın en şahane annelerinden birisine kreş hayatımın bir kısmını anlatırken bunun yazılması gerektiğini farkettim.
öncelikle kreş anaokulu gibi değildir.kreşlerde gayet yatılı okul disiplini vardır.gerçi şu zamanlarda benim gittiğim gibi bir kreş kalmışmıdır bilmiyorum ve zannetmiyorum da.
kreş hayatım 40 günlükten 6 yaşıma kadar süren bir süreç.annemle babam çalıştığı ve bakacak bir dede nene gibi aile bireylerimiz olmadığı için erkenden postalanmışım.o kadar uzun gelmişti ki mezun olunca diploma gibi birşey vermişlerdi ve ben onu aldığımda anneme ''artık okuma hayatım bittiğine göre evlenebilirim dimi'' demiştim.sonra ilkokula başladığımda(bunu da yazacağım) hayatımın ilk ve en büyük hayal kırıklığını yaşamıştım.bitmemişti okul yeni başlıyordu.
ilk anım adapazarı ndaki kreşten komünist çocuğu diye atılmamdır.1 yaşında bile değilmişim sanırım o esnalarda.
sonradan anlam veremediğim şey bizim evimizde neden bana bakacak birisinin olmadığıydı.herkesin evinde dede nine vardı ama bizde yoktu.yolda gördüğüm kadınların paçasına yapışıp ağlıyor ve bizim evde kal bana bak diyordum.hergün en az bir kadını ağlatıyordum kreşe giderken.
birgün kreşten geldiğimde elimde bir adet kemik varmış.annem de bakıcıma sormuş bu nedir,kadın da öğle yemeğinde yediği tavuğun kemiği,elinden alamadık çok uğraştık ama demiş.hala yemeğe çalışıyormuşum o esnada da.ancak uyuduğumda alabilmişler yalanmaktan pırıl pırıl olmuş kemiğimi.
birgün ıspanak yerken dişim kırılmıştı ve o günden beri ıspanak yemem.yemekhane de isyan çıkarmıştım zaten.
zorla süt içirdikleri için müdirenin odasını basıp ''dayımın tüfeği var seni vurucam''demiştim.
her hafta en az 2 kez kreşten kaçıyordum.annemle babam ve tüm tarım il müdürlüğü beni arıyordu.oysa eve gidip oturuyordum genelde.
ne geldiyse de koluma geldi.lifim koptu,köprücük kemiğim kırıldı ve en son da kolum kırıldı.
tüm bulaşıcı hastalıkları itina ile geçirdim
tambirleydilikten mütevellit ağrıyan ve şişmiş boğazımdan bayılmak üzereyken bile ses çıkarmıyorken,doktorun kabakulak teşhisi koymasıyla ''kulaklarım kaba değil''diye ağlamıştım bir süre.
en sonunda yiğit isminde şişko bir çocuğun ranzanın 2 katından üzerime atlaması sonucu kolum kırık bir şekilde veda etmiştim kreşe.
kreş sayesinde en yaratık insan bile beni şaşırtmıyor,en ağır hastalık bile metabolizmamı çok sarsamıyor,hayatıma o kadar büyük bir katkısı var ki çocuğum olsa ve aynı kreş duruyor olsa yollarım tereddütsüz.
peri kızı gibi büyütülen arkadaşlarım ve benim aramdaki farkı ancak ben anlayabiliyorum bu yüzden.
4 Nisan 2010 Pazar
uyaran adam
yıllar önce akyaka da bir adam vardı
aşırı zayıf ve sürekli yürürken gördüğüm bir insandı
adını hiç bilmiyorum
ne iş yapar bir fikrim yok
sadece bel çantası modasına içten bağlıydı diyebilirim
asıl onu unutulmaz yapan ilgi alanıydı
ilgi alanı insanları uyarmaktı
her uyarısının sonunu ''ilerde çok üzülürsün''diye bitiriyordu
tanıdığı tanımadığı herkesi uyarıyordu
birgün yolun sağından giderken beni durdurup uyardı ''yolun solundan yürü bak ilerde çok üzülürsün''diye
bu en çok kullandığı uyarıydı
birgün otelin önünde oturmuş mandalina yerken geldi ''taşa oturma ilerde çok üzülürsün''dedi
birgün yokuş aşağı ellerim cebimde yürüken ''yokuş aşağı ellerin cebinde yürüme yerler tırtıklı düşersin ilerde çok üzülürsün''dedi
birgün sahile giderken ''hava soğuk bu kadar ince gezme ilerde çok üzülürsün'' dedi
birgün arkadaşımla bahçede kahvaltı yaparken gelip arkadaşıma ''bu kadar hızlı yeme ilerde çok üzülürsün'' dedi
birgün ben uyaran adam ı gördüm ağzı yüzü dağılmış,belli ki dayak yemiş.
keşke dedim onu uyarsaydım,böyle herkesi olur olmaz uyarma ilerde çok üzülürsün diye.
bana yine birgün; ormanda denize karşı salıncakta sallanırken geldi,''bu hayatın bu manzaranın kıymetini bil,canını hiçbirşeye sıkma,ilerde çok üzülürsün'' dedi.
işte ne zaman akyaka ya gelsem uyaran adamı anıyorum artık hiç görmesem de.bu güzellikler geçici ama kıymetini bilmem gerek,tatlı canımı ilerisi için sıkmamalıyım,yoksa ilerde çok üzülürüm diye.
biraz durduk yere de olsa mutlu olmak lazım,yoksa ilerde çok üzülürsünüz.
2 Nisan 2010 Cuma
tambirneydi?
hiçbir yere ait olmama durumum artarak devam ediyor
ama bu seferki daha gerçekci
çünkü ne akyaka daki yeni evde kaldım,ne de istanbul daki
bir evim yokmuş gibi geliyor şu an bana
otel de kalıyorum yıllarca bu otelde kaldım zaten evim gibi ama
yine de otel odası
tüm eşyalarım burda değil
eğreti bir yerleşme sözkonusu
zaten istanbul a gideceğim diye boşverdim
şu an hiçbir kıyafetim yerleşik değil
ne istanbul da ne de akyaka da
burdakileri yerleştiresim yok çünkü hepsi de yazlık
içim buruluyor yaz geliyor ama ben gidiyorum
pazartesi dönüyorum buraları bırakıp
en güzel günler nisan mayıs oysaki burası için
bazı şeyleri kabul etmek gerek.
günlerdir düşündüğüm saçlarımı da kestirdim
ondanmıdır nedir bir güzellik geldi sanki
ama burda 2 haftadan fazla kalınca oluyor bu güzellik
biraz da bronzluk var
tabi tüm bunlara laptopdan yansımama bakarak karar veriyorum
ilk zamanlara göre yansımam daha güzel
bu kriter yeterli.
günler ne çabuk geçti ama zaten çabuk geçiyor
benle veya çok mutlu/mutsuz olmamala ilgili değil
benden bağımsız olarak ilerliyor
hayatımın plansız olması içten içe hoşuma gidiyor olabilir
ama belirsiz olması hoş değil ikisinin arasında fark var
şimdilik kışın bitmiş olmasının mutluluğunu yaşamam yeterli.
tavşan gibi zıplayarak değil de
tavşan gibi durarak karşılıyorum bu aralar herşeyimi
gerekirse zıplarım yani.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)