29 Haziran 2011 Çarşamba

otel


bir binayı özlüyorum
4 katlı ve eski püskü
mimarisi özel gibi ama dokunsan yıkılacak gibi de
içinde garip garip taşlar olan
ama limon mandalina ağaçları da olan
bahçesinde çoğu zaman kendim olduğum
ağaçtaki limondan farksız bir şekilde
belki de ondan daha faydasızca dünyaya
öylece duran bir insanım
sadece bakıyorum bahçeye
ayaklarımın altına bir köpek geliyor
onu bile sevmeye üşeniyorum
gözlerimle seviyorum
o da anlıyor
ben orada bir sandalyeden farksızım


özlediğim bir oda var
içinde eski gelinlere ait bol aynalı bir dolap
hiç oturulmayan bir balkonu olan
küçücük bir banyosu ve 5 adımlık yürüme alanıyla
insanı eninde sonunda yatağa yatmaya mahkum bırakan
saatlerce yatıp öylesine tavana baktığım
bazen duvarında turuncu kertenkeleler görüp sevindiğim
bahçedeki insanların sesini dinlediğim
okuma lambası asla çalışmayan
104 numaralı bir oda


kimse yokken girdiğim havuzu özlüyorum
10 metrelik mutluluk ölçüsü
üstündeki arıları temizliyorum
sonra etrafıma bakıyorum
güneşin en uzun süre uğradığı şezlongu sahiplenip
sevdiğim müziği açıyorum
sadece bana ait 100 ton su
kollarımı kaldırıyor
bacaklarımın arasından geçiyor
özellikle oje sürüp giriyorum
çünkü bomboş havuzda ellerimi izlemeyi seviyorum


dev bir binayı özlüyorum
beni ben yapan ne varsa
artık sökülmüş ve yıkılmış olan

geriye sadece limondan daha gereksiz olan beni ve ayağıma yatan köpeği bırakan.

16 Haziran 2011 Perşembe

TAMAM


ne düşündüğümü bilmemekle beraber o kadar çok şey düşünüyorum ki yolda giderken durduruyor bu hisler beni
adım atıyorum ve durup bekliyorum ben ne düşünüyorum diye
her şeyimi engelliyor
sanki beynim yerinden çıkıp her şeyi baştan karşıma geçip anlatmak istiyorum,
sana anlattiklarımı anlamıyorsun kafanın içinde bomboş duruyorum gibiyim demek istiyor
tüm bildiklerim tüm gördüklerim hepsi birden kafamdan fışkırmaya çalışıyor konserlerde sahnelerden patlayan konfetiler gibi
bulutlara bakıyorum iyi ki varlar diyorum, kafamı yukarı kaldırdığımda beyaz ve pofuduk bir şey göremeseydim tesellim zor olabilirdi
sürekli yollar gidiyor ben bir yere gidemiyor gibiyim
ben neden buradayım, mesela şu an suyun içindeyim ama neden böyleyim diyorum
ne istedigimi değil neyi istemediğimi düşünmekten o an ne kadar muhteşem olursa olsun geçiştiriyorum
o an bana sinir oluyor belki de
onu şu an ne kadar mutlu ediyorum
bir kez daha ayak bastığım yer yüzdüğüm o sular asla bu andaki gibi olamayacak
hepsi yoldaki kesik cizgiler gibi
kısa kısa da olsalar hep varlar ve sayamayacak kadar çoklar
parmaklarıma bakıyorum bazen kenarları soyuluyor durduk yere
vücudum belki de benden daha iyi biliyor ne zaman neye tepki vereceğini
soyulması gereken zaman hiç vakit kaybetmiyor
gözlerim parmağıma doğru çevriliyor ve sol elim de onun yanına gidiyor
neden soyulduğunu anlamaya calışıyor bir çok organım
belki çok ufak bir şey belki de biraz acı verici
bazen yara bandı yapışması gereken
sadece bir soyuk diye nitelendirilen

bazen birisinin yanına uzanmak istiyorum
ama aynı zamanda yollar da gitsin altımdan istiyorum
biraz rüzgar essin saçlarım yeni kurumuş olsun
üstümde sarı camaşırlar olsun
kocaman gölgelikli bir yatak
bunların hepsini düşünüyorum
ellerim nasıl duruyor bacaklarım nerede
yüzümün ifadesi nasil
yanına uzandığım insanın kimliği ve niteligi dışında her şeyi düşünüyorum
çünkü kim olduğunun hiç önemi yok benim saçimdan rüzgar altımdan yollar geçerken
sadece uzanmak istiyorum belki de hiç sevmesem de biraz nefes sesi duymak
kendi huzursuz uykuma karşılık memnun bir nefes
her şeyi çözebilirdi
hiçbir işe yaramayabilirdi
ellerimin soyuk hali ayaklarımın sızlaması
beynimin bana olan tavrı

kim olduğum umrumda değil aslında
ruhum beynimden daha akıllı

bana doğruymuş gibi zıplayarak gelen serçenin aslında bana gelmediğinin farkındayim.

2 Haziran 2011 Perşembe

ne kadar hıyarsın


insanların yaşıyor olmalarının bir amacı var mı bilmiyorum
çoğunun yok gibi geliyor bana
bazı insanlar ile bu olsa ne olur olmasa ne olur dediğimiz sebzeler aynı gibi
yolda yürüyüp birbirine bakan sebzeler ile dolu her yer
aslında sebze olsaydık hayat bizim için daha kolay olabilirdi
en fazla ağaçtan düşüp yerlere yuvarlanırdık
ya da pazardaki teyzeler tarafından avuçlanırdık
başımıza gelebilecek en kötü şey
pazar sonrası yerlere düşmüş marul olmak olurdu

sebze haliyle gezdiğini anlamayacak ciddiyette insanlar var
adam taze fasulye mesela
ama farkında değil,ciddi ciddi konuşuyor
bir fasulyeyi ne kadar dinleyebilirim ki
o çok önemli şeyler söyledikçe benim gördüğüm
pazarda son anda kilo tutmadı diye alınıp poşete atılmış bir yamuk bir fasulye
kendisini yemeğin en önemlisi sanıyor
ama pazarcının işgüzarlığı sonucu poşete girdiğinin farkında değil
sadece ben farkediyorum

havalı havalı duran kadın hiç farkında değil mesela
karpuz dilimi olduğunun
kamyon arkasında satılan karpuzlardan olduğunu bilmiyor
sadece dursam yeter diye düşünüyor
karpuz satıcısının şov amaçlı kesip en yukarı koyduğu dilim gibi
seçilmiş olduğunu düşünüyor
ama diğer karpuzlar bile satılırken
kendisinin bütün gün orada durmaktan buruşacağından habersiz
gün sonunda çöpe atıldığında
sokak hayvanları bile onu yemeyecek
bunları bilmeden duruyor karşımda

buzdolabımda yer kaplayan ama asla yemediğim sebzeler var
sırf muhatap olmayayım diye hemen dolabı kapatıyorum
kokmalarını beklemeden atamıyorum
kokacaklarını bilmeme rağmen

bazen sebzelere bakarken kafam karışıyor
hep bu yüzden
insanlara bakarken kafam hiç karışmıyor
hep bu yüzden.