7 Aralık 2010 Salı

beni polar sabahlık böyle yaptı


karışık kafama ne yaparsam yapayım kendisinin daha da karışmasını engelleyemiyorum.
daha kar kış gelmeden,pis pis yağmurlar yağıp havayı karartmadan neyin depresyonu bu hiç anlamadım.
üstelik öyle tuhaf ki birisine söylemediğim takdirde anlaşılması mümkün değil.söylesem de pek ciddiye alınmamam söz konusu çünkü hem anlatamıyorum hem de zevzek karakterimin aşikarlığı karşımdakinin bana olan inancını sarsıyor doğal olarak.
şimdi seni şöyle kucaklayıp seven kimse yok mu dedi geçen gün birisi bana.böyle sorulunca tuhaf oluyor hiç eksikliğini hissetmediğini zannederken.hep sevilen bir insan olmak yalnız olmadığının kanıtı değil.
bu sorunun çözümü de aslında bir başka sorunun hatta sorunlar silsilesinin başlangıcı olduğundan hep aynı noktaya dönüyorum.
bana göre huzur sonsuzluğa giden tropik meyveli bir plajda orta ateşte mutlulaşıncaya kadar kızarıp,buruşuncaya kadar yüzmek ve sonrasında tazecik çeşit çeşit kek yemek özetlemek gerekirse.
insanlar sürekli bir yerlere gidiyor geliyor kimse kimsenin hayatında kalmıyor ama işte arada okşansak iyi de oluyor çünkü çok ses çıkarıp ısırsak da hepimiz muhabbet kuşuyuz
sadece güvenip üstüne çıkacak bir parmak ve vitaminli yem işimizi görür işin özünde.

6 Kasım 2010 Cumartesi

1 mesaj alındı


her gün seni düşünüyorum
her gün aklıma geliyorsun
en alakasız zamanlarda
saçmasapan yerlerde
metro istasyonunda mesela
ya da bir konser anında
pencereden bakarken, şezlonga yatarken
üst üste 18 kez hapşırdığımda, hapşırmaktan burnumu kaşıdığımda
saçlarımı yıkarken, kremimi sürerken
telefonuma bakarken, mesajlar yazarken
yepyeni çarşaflar sererken, mis gibi kokularda uyurken
yağmurlu pis havalarda gezerken, güneşli güne uyanınca sevinirken
dolabımı açtığımda, giyecek kıyafet bulamadığımda
saçlarım dalgalıyken, fön çektirmeye giderken
hiç işe gitmek istemediğimde, bir işim var diye şükrettiğimde
başkası için çalışırken, kendim için tatlı yerken
taksiye bindiğimde, yürümek istediğimde
yeşilçay içtiğimde, tazecik kek yediğimde
kışlıklarımı giyerken, bikinilerimi özlerken
akşam dışarı çıkmak isterken, çıktığıma pişman olurken
sevdiğim çoraplara bakarken, sevmediğim kazaklarımı atarken
otobüse binerken, uçaktan inerken
yazın yanarken, kışın donarken
aynaya baktığımda, baktığımı unuttuğumda
sabah uyandığımda, gece yattığımda


her anımı sana yazmak istiyorum
ama neyi çok düşünürsem o şeyi erteliyorum
neler kaçırıyorsun benim yüzümden
tüm suçlusu benim

beni affet blogspot söz yazacağım,hepsini.


senin;

tambirleydi

8 Ekim 2010 Cuma

28


genel olarak iyi bir vücut tipim olduğunu düşünsem de bazı şeylerin üzerimde eğreti durduğu kesin.
mesela şalvar pantolonlar, aşırı vatkalı elbiseler, diz altı etekler bunlardan bazıları.
ama asıl üzerimde tuhaf duran şey yaşım oluyor ve bunun çaresi yok. yeni yaşımda ne kadar mutlu olduğumu hiç kimsecikler tahmin edemez. ama 27 dediğimde bile o devrilen gözler, yok artık demeler 28 olduğunda ne olacak kim bilir diye düşünürken, oldum bile.
kaç yaşına girdin diye soranların yüzündeki sen o kadar büyük müydün bakışı beni çok eğlendiriyor, orası ayrı.
ama kim bu insanları kodladı kim şu yaştaysan şöyle olmalısın diye kural koydu hiç bilmiyorum.
benim ailem neyse ki beni böyle sınırlamadı. ailecek genetik olarak şanslı olduğumuzdan da olabilir.
geçen yıldan beri yeni yaşımla ilgili bir geleneğim var. çevremdeki yaş olarak benden büyük olan ama çok da fazla büyük olmayan, hayatından gayet mutlu insanlara soruyorum, benim yaşımdayken ne yapıyordun ve bu yaş için bana ne tavsiye verirsin diye. insanlara hem hatırlama hem de kafalarından geçeni samimiyet ile söyleme fırsatı vermeyi seviyorum. hayat ile ilgili tavsiye istenmesi her insanı mutlu eden bir olaydır çünkü.
geçen sene herkes 27 yaşı ile ilgili işsel olarak önemli bir yaş olduğunu söylemişti, ne istediğimizi bulduğumuz bir yaş olmuştu demişlerdi. benim için de benzeri oldu diyebilirim.
en azından kafam netleşti bu konuda.
bu sene geçen seneye oranla daha çok kişiye ve daha çok şeyler yaşamış insanlara sorma fırsatım oldu. herkes aynı şeyi söyledi 28 yaşında gerçekten en yapamadığın şeyi yap ve bu yaşının tüm meziyetini kullan dediler.
ayrıca bu yıl gerçekten kutlayabildiğim nadir yıllardan birisi oldu. insanlar seninle beraber mutlu olduklarını belirttiği zaman gerçekten mutlu olduğundan doğumgünü kutlamaları seviliyor bence.

ben de 28. yaşımın üzerimde en sevdiğim bikinim gibi durmasını diliyorum.

27 Eylül 2010 Pazartesi

0˚ paraleli dünyayı kuzey ve güney olmak üzere iki yarı küreye ayırır



bugün çok güzel bir gün olsa keşke.
güzel bir gün her gün değişen bir şey
şunu anlamış bir insan olarak kendimi şanslı hissediyorum:
sonradan öf ne gereksiz zamanlarmış dediğimiz anları da yaşayan biziz ve o zaman mutluyduk, yaşarken yani.
neden sonradan bunun için hayıflanılır ki anlamıyorum. ben kar kardır diye bakarım.
şu an hiç sevmediğim birisiyle bile zamanında mutlu olduysam tamamdır işte kurcalamaya gerek yok.
bir ay sonra uzaya gidecek ve asla görüşemeyeceğim birisinden hoşlandıysam, son bir ayımı çok güzel geçirmeye bakarım. bu işin sonu yok diye keriz gibi dövünmem. çünkü zaten eninde sonunda üzüntü var, hep var. en azından güzel anlar yanıma kar kalmalı bir tesellim olmalı, gereksiz dramatikliğe lüzum yok.

yine bir akyaka dan yaz sonu ayrılışı hüznüne sahibim. ama diyorum ki diğer yıllara oranla en vasat yazımı geçirmiş olsam da ne güzeldi.

yazla ilgili düşündüklerim asla denize girip yüzmek gibi basit ve genel geçer değil

en çok beyaz pikemi ve yatağa yatış anımı özlüyorum kışın. ertesi güne dair tek derdimin denizle ilgili olması olarak uyumayı.
sonra sabah uyanır uyanmaz bronz bacaklarımı görmeyi, aynaya baktığımda renkli ve sağlıklı bir yüzle karşılaşmayı, saatlerce dolap önünde beklemeden şortlardan elbiselerden birisini giyip hemen hazırlanmayı.
bütün gün terlikle gezip hiç yorulmamayı, bikiniyle akşam 9 lara 10 lara kadar oturmayı, duş aldıktan sonraki pembe yanakları, gece uyurken direk pikenin üstüne yatıp sabaha karşı pikeye mısır tanrısı gibi sarınmayı özlüyorum.

buradan gidiyor olmamın tek tesellisi bir gün yine dönecek olmam.

15 Eylül 2010 Çarşamba

sincapların gece yatmadan önce düşündükleri



12'lik tuvalet kağıdı aldığımız zaman, bunların hepsi bittiği zamanki psikolojim nasıl olacak acaba,ne yapıyor olacağım mutlu mu mutsuz mu, sinirli mi yorgun mu, dertli mi rahat mı nasıl bir kafada olacağım acaba derim.
uzun süreli kullanacağım bir ürün aldığımda, o ürünün bitiş sürecinde değişecek olan psikolojimi, hayatımı düşünüyorum. sonuçta bir armut bile değişim geçiriyor sadece dururken. durmak bile yeter, zamanını geçirmeyen şey yok.
durduk yere hiçbir şey yapmıyorken bile acaba seneye bugün şu an ne yapıyor, neler düşünüyor olacağım diyorum.çok uzun süreçlere uzanmaya da gerek yok,yanımdakilere çok sıkca sorduğum sorulardan birisidir ''acaba haftaya şu an ne yapıp,ne düşünüyor olacağız'' sorusu.genelde ööf şu an bunu düşünmek istemiyorum ya da e bugün neyse onu diye cevaplanan bir soru olarak kalıyor. aynı şeyleri yaşamanın getirdiği sonuçlardan oluşan cevaplar bunlar. benim için de pek farklı değil gibi ama düşününce aynı şeyleri ufacık bir üst seviyede yaşadığımı görüyorum. geçen yıl eylül ayında yine aynı şeyleri düşünüyordum. bu sene aynısının biraz versiyonlusu oldu o kadar.
bir sürü şey ile karşılaşıp etkileşim içinde kalıyoruz, masa sandalye de değiliz, değişmemiz, hergün farklı düşünmemiz lazım gibi geliyor bana. aynı şeyleri aynı hislerle yaşamamız güzel değil, sadece garantici.
yarım kalmış bir güneş yağı mesela içinde geçmiş yazı barındırır.ona bakınca bronz vücudumu görürüm.güneş yağının bitiş sürecinde değişen şey sadece bronzlaşan vücudum değil biten bir yaz ve onun beraberinde yaz başında daha eksik,daha farklı olan düşüncelerimdir.
her yılımız farklı geçmeli bence, her ayımız hatta. eğer böyleyse de bunun farkında olmamız lazım.acaba bu krem bittiğinde neler hissediyor olacağım diye merak etmeliyiz.aman işte aynı şeyler demek şu hayattaki en can sıkıcı cümlelerden birisi bana göre.saçlarımız bile aynı değilken kafamız nasıl aynı olabilir ki.sadece farketmek ve düşünmek lazım birazcık. bazı şeylerin farkında olmak elinizi boş duş jeli şişesine attığımızda sinirlenmemizi engeller çünkü yenisi bir arkada zaten sizi bekliyordur.
12'lik tuvalet kağıdı bittiğinde iyi olamazsınız.her zaman en can sıkıcı zamanda biterler çünkü.zaten moraliniz bozuktur ve hiç dışarı çıkasınız yoktur.ayrıca o koskoca paketi de taşımak istemezsiniz.paketi aldığınız günkü o birkaç aylık garantili süreç bitmiştir.ve zaten bu ruloları da hep siz değiştiriyorsunuzdur.

1 Eylül 2010 Çarşamba

kökü bende


saç bir kadın için en önemli uzuvlardan birisidir.evet bana göre saç bir uzuvdur.el ayak gibi de değildir,hiçbir şey yapmasa bile varlığı yeter.
benim hayatımda saç çok daha önemlidir çünkü kendileri baya beni ezip geçmiş ön plana çıkmışladır.doğarken saçlı doğmuşum bir kere,o zaman belliymiş kendi şahsına münhasır olacakları.albümlerde hep upuzun dalgalı saçlarla dolu fotoğraflar.sonra birden küt oluyor onlar.sebebi tabiki de bitlenmek.
bir gün otobüsle bir yerlere giderken,muavin beni yanına çağırıyor ve saçlarımı o steril olmaktan uranüs kadar uzak mavi tarağı ile tarıyor.dolayısıyla bitleniyorum.annem dünyanın en titiz kadını,kökünden kazıtmak istiyor ama dayımın eşi ve tüm akrabalar gürül gürül saçlarımın hastası olduğundan izin vermiyorlar.ben tabi saçlarımda yaratıklar yaşıyor diye ayrı bir buhranlardayım.eve döndüğümüzde annem anında beni kuaförümüz fevzi'ye götürüyor.ben yanaşmıyorum çünkü saç değil benim için bambaşka bir şeyler onlar.boyum kadar var zaten,yıkıyorum ortalığı.ama annem oburluğumdan istifade ederek o sihirli cümleyi söylüyor'' saçını kestirirsen sana fındıklı 9 kat alırım''duyduğum an hipnoz olmuşcasına kesiniz diyorum.fevzi de saçıma kıyamadığından en ibiş boy ölçüsü olarak kulak hizamda küt kesmesine rağmen upuzun bir kuyruk bırakıyor ve onu sarıya boyuyor hayatıma renk katmak için.
saçım küt kesilir kesilmez birden 10 japon saçı gücünde düzleşiyor ve altında sapsarı upuzun bir kuyruk.o kadar siyahlar ki insanlar soruyor hangisi peruk sarı olan mı siyah olan mı diye.fethiye'ye gidiyoruz ve o yaz orda bir sarı kuyruk modası başlatıyorum.
ortaokul da bir gün beni okula almıyorlar,annemi çağırıyorlar.diyorlar ki utanmıyormusunuz küçücük kızın saçını boyatmaya.annem delimisiniz siz boya değil,kendiliğinden koyu siyah diye sinirleniyor.zaten ortaokul olmasına rağmen hala mantıksızca siyah önlük giydiğimiz bir yer olduğundan şaşırmıyoruz bu tepkiye.
liseye başlayana kadar kah küt kah omuzlarda gidiyor saçlarım.ama yine dalgalanmaya başlıyor.kabardıkça kabarıyor.tipimiz benzediğinden ve biraz da artist bir insan olduğumdan çevremin takdiriyle beverly hills teens'deki bianca dupree oluyorum.hala da bu ünvanı koruyorum başarıyla.
o zamanlar saçlarımı özgürce açabilmem için tek bir yol vardı o da düz föndü.her hafta mutlaka bir kez düz fön çektiriyordum,onun dışında da lara croft gibi örüyordum yukarıdan toplayarak.
saçlarımın kölesi olarak geçirdiğim yıllardan sonra birgün,2006 civarında(yukarıdaki fotoğrafımın çekildiği yıl),ankara'da en pahalı kuaföre gidip gardroplar dizecek parayı saç kesimine vermenin şikayetini yaparken bir arkadaşım ucuz ama güzel bir yer tavsiye ediyor.gidiyorum yeter artık diye.adam bana diyor ki bu saçlar ne,başın ağrımıyor mu senin?çocukluğumdan beri olan kronik baş ağrımı hatırlıyorum ve evet her zaman diyorum.saçlarının aralarından alacağım diyor ve makası diplerine yönlendiriyor.o an kalp krizi geçiriyorum ufaktan ama belli etmiyorum.kuaförden çıktığımda kendimi çıplak kalmış gibi hissediyorum.annemi arıyorum,anne adam saçlarımının aralarından aldı kuş tüyü gibi oldular diye.annem ben de yaptırıyordum gençken bişey olmaz iyi olmuş diyince,madem bunu bilyordun kadın neden yıllarca yorgan gibi saçlarla dolaştırdın beni diyorum,ilerde çok arıyacaksın o yorganı diyor.
o yaz ilk defa saçlarım açık gezdim.haklarını kazanmış zenciler gibi bir huzur geldi bana.bundan sonra saçların esiri olmak yok diye savurdum hep.
geçtiğimiz yazdan bu yana saçlarıma olan sevgim arttı.eski hallerini özlediğimden artık daha az kırptırdım aralardan.şimdi kendileri ile çok iyi anlaşıyoruz.yıllardan beri de ilk defa bu kadar uzattım(burda belime yakın bir yeri gösteriyorum).yıkadığım gün değil de ertesi gün en güzel olduklarını biliyorum,kendilerini sık sık serbest bırakarak ödüllendiriyorum.düz fönü de sadece nemli ve pis istanbul günlerinde çektiriyorum.o zamanlar yine enginlere sığmıyor taşıyorlar çünkü.hayatımda kuaförde fön ve kesim dışında hiçbir şey yaptırmadım ayrıca.saatlerce kuaförde durabilecek bir insan değilim çünkü.

kısa saçın da yakıştığı kadınlar var ama bu konuda ben geri kafalıyım
kadın dediğin uzun saçlı olur.
saçından huylanan kadınlara da üzülüyorum,erkek okşayamayacaksa saçı uzatmanın manası nedir.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

robotumu elletmem


küçükken en sinir olduğum şeylerden birisi kıyafetlerimi bizzat kendim giymekti.herkesin annesi kıyafetlerini giydirirken benimki çalışan ve yorgun bir anne olduğundan kendin giyeceksin diyordu.ama en katlanamadığım çorap kısmıydı işin.şu an bile ne kafayla düşündüm acaba diye hayret ettiğim şeye takmıştım ve anneme her seferinde çoraplarımı giyerken şunu söylüyordum: ''İlerde benim çocuklarımın çoraplarını robotlar giydirecek''
benim yerimde çalışkan ve normal bir çocuk olsaydı bu cümle:''ilerde robotlar yapacağım ve çocuklarımı onlar giydirecek'' olurdu.ama yok ben gayet en kadın kafasından zengin bir koca bulup ilk iş ona robot aldıracaktım.o zaman favori çizgifilmim transformers bile yoktu,nerden kurdum bu robotları,hangi ara ileriye dönük çorap giydiren robotlar icat ettim hiçbir fikrim yok.
bütün bunların üstüne mutfak robotundan itibaren her türlü teknolojik şeyi takip etmem gibi bir beklenti varken asimo yu görünce bile bu ne ya bu da robot mu dedim.çünkü hiç işlevsel gelmedi doğal olarak.hizmetçi robotlar hayal ederken dede gibi yürüyüp sadece tokalaşan bir robotu ben ne yapayım dedim.
dün gördüm hayallerime birazcık da olsa yaklaşan o robotu.beni çok iyi tanıyan bir arkadaşım dedi,gülşan tam senlik bir robot çıkmış param olsa alırdım diye.anında araştırdım buldum,adı riba ve kendisi bir hemşire robot.işlevi ise insanları taşımak.anime ayı kafasıyla seni yattığın yerden alıp istediğin yere götürüyor.tabi ben sincap şeklinde olmasını arzulardım.o zaman ömür boyu yaşayabilirdim kendisiyle.tost makinem bile olmasa olur.riba bana yeter.
şimdi japonlardan en büyük beklentim saçla oynayan el robotu yapmaları.bunu da yaptıkları zaman çorap giydiren robot yapmasalar da olur,kabullenebilirim gayet.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

sehpalardayım


kendimi bildim bileli evimizde bir adet zigon sehpa var.kaç ev değiştirdik o yine yangında ilk kurtarılacaklar gibi ilk önce geldi yeni eve kuruldu tüm eşyalardan önce.
uzun süre bakınca ben senin büyüğünüm akıllı ol diyormuş gibi geliyor bana.zaten çok faydalı bir ev eşyası bana göre.nasıl bir akıl sen al bütün sehpaları iç içe koy,hem yer kaplamasın hem de işlevsel olsun.gün kadınlarının kurtarıcısı,ev babalarının kumanda taşıyıcısı.
evin çocuğu için bir hizmet sunmaz ama.çocuk alsın tepsiyi koysun tabağının altına.sehpaların asilzadesi zigon,çocuk ile muhattab olmak için yaratılmamıştır.üstüne pis pis kırıntıları döküp sonra da silmeden aralara sıkıştırılma tehlikesi vardır çünkü.asla böyle bir seviyeye düşemez kendileri ve zaten sahibeleri de biricik sehpalarını çoluk cocuğuyla yüzgöz etmez.
her mükemmel gibi görünen şeyde olduğu gibi zigonzadelerin de kusurları vardır:en oratalarındaki küçük sehpa.bu sehpanın ayakları zaten 4 taraflı kapalıdır bir kere ve sık sık devrilme tehlikesi geçirir.üstüne bir tabak ile bardağın aynı anda sığması mümkün değildir.kumandaları koysan düşüp dururlar,tek bir bardak için de çıkarmaya değmez görülürler.bazen çocukların hizmetine kadar düşerler.ama asla atılamazlar çünkü tüm zigonun görüntüsünü bozup,süt dişi dökülmüş çocuk gibi görünmesine sebebiyet verirler.

bu sabah zigon sehpamızı uzaktan keserken küçük sehpanın aslında hayatımızda da yeri olduğunu anladım.
bazı insanlar vardır hiçbir işinize yaramazlar,bir iş yap desen yapmazlar,en lazım oldukları zaman ortada yokturlar ama en lüzumsuz zamanlarda hep dibinizdediler.hep evinizdedirler ve siz o kişiyi hayatınızdan çıkaramazsınız çünkü eksikliği hissedilir bir şekilde.işe yaramaz olsa da o zigon sehpanın küçük sehpası gibi orda olmalı ve görüntüyü tamamlamalıdırlar.bacağı kırılsa bile kırık kısmı ters çevirip yine yerine yerleştiririz.
ne kadar hayatımız değişirse değişsin,ne kadar minimalist olursak olalım zigon sehpamız var ve ona tam ve eksiksiz şekilde hayatımızda yer buluyoruz.kaçış yok.

9 Temmuz 2010 Cuma

ustalara saygı kuşağı


ailemin işlettiği ufak otelde çalışan aşçıların hepsinin birbirinden garip olduğunu düşünüyorum.bazıları çok eğlenceliydi bazıları çok mendebur.hepsinin tek bir ortak yanı vardı o da benim garip isteklerim ile mücadele etmek.aslında garip olmayan bu isteklerimi kendi vizyonlarına uzak olduğundan her seferinde la havle çekerek yapmaya çalıştılar.saçmaladığımı bildiğinden emin olduklarımla çok eğlenceli zamanlar geçirdim

favorilerim ve hiç unutamadıklarım var aralarında:


recep usta:kendisi ilk göz ağrımızdı.bakalınlıktan emekli bolu mengenli şişko aşçı.arkasında ''mengenli''yazan 06 plakalı beyaz bir şahini vardı ve 40 yaşında ehliyet almış bir çılgındı.yemek yeme konusunda kara delik gibiydi çevresindeki tüm yiyecekleri saniyesinde yokedebiliyordu.bugüne kadar gördüğüm en iyi yemek yapan aşçıydı ama.sinirlenince bana övdö kölmöyösöcö derdi(evde kalmayasıca)
birgün elemanlardan birisinin eli kesildi sağlık ocağına götürdük,kapıda beklerken adamın birisi gelip ustayla bişeyler konuşmaya başladı sonra da doktor bey falan dedi.anladık ki ustayı kıyafetinden dolayı doktor sanmış usta da bunu farkedince bön öşçöyöm hö hö hö diye güldü adamın yüzüne yüzüne,adam utandı kaçtı tabi...babası rahatsızlığından bizimle çalışamıyor artık ama hala içip içip arar sizi çok özledim en sevdiğim insanlarsınız diye.


ramazan usta:evet bu mübarek isimler şans eseri denk geldi.ramazan usta aralarında en komik olandı.en çok onunla uğraştım.kışın hiç kimsecikler olmadığında canımız sıkılmasın diye tavla öğrendik kedisiyle.adanalıydı ve hayatımda yediğim en güzel adana kebapları yapan insandı.
yumurta beyazından omlet istiyorum dediğimde allahım ne günah işledim diye gidiyordu yanımdan.bu yemek hiç güzel olmamış canım diye dalga geçtiğimde de çünkü seninkine sevgimi katmadım canım diyordu.kovuldun ramazan yemeğin tuzu çok olmuş diye takıldığımda senin kocan olacak insan için geceleri gizlice ağlıyorum kimbilir neler çekecek derdi .çok komik ve çok tatlıydı,kızı oldu inşallah bana benzer dedim gerçekten garip istekleri olan bir kıza sahip şu an.ama çok mutluyum iyi ki sana benzedi dedi giderken.o da çocuğu olduktan sonra sürekli çalışabileceği bir iş bulduğundan artık bizle çalışmıyor ama en çok onu özlüyorum açıkcası.


ekrem usta: en sevmediğim şahıstı kendisi.hiçbirimiz sevmiyorduk zaten.çok dedikoducu ve olumsuz bir insandı.güvenilir bir tip değildi.onun olduğu sezon hiç mutlu bir sezon olmadı bizim için.kafayı da bana takmıştı.bu kız niye yemek yemiyor diye.çok acaip rahatsız edici bir ses vardı ve her akşam yemeğinde başıma dikilip neler almışım tabağıma diye kontrol edip o tırtıklı sesiyle tepemde konuşmaya başlardı.o adam yüzünden çok kilo verdim yemeklerden soğuduğumdan.neyse ki ailecek huzur kalmadığından yolladık ve kurtulduk.



hüsnü usta: şu anki ustamız kendileri.aşırı zayıf olduğundan gözümüz pek alışmadı.hem arabası hem de motoru var.garip birşeyler istediğimde hadi bakalım bugün de bu çıktı diyor.abi diye hitap ediyor bana bir de.adını bir türlü hafızama yerleştiremedim emin diyesim geliyor adama ne alakaysa.yemekleri de güzel gayet hafif.bu sabah ayran istedim allah allah dedi gitti,yapmayacak sandım mutfağa gittim anında yapmış.mutfakta sınır yok demekki iyi oldu öğrendiğim dedim hayır efendim istifa ederim dedi.gizli komik anladığım kadarıyla.



bunların haricinde arada gelip hemen gidenler de vardı.mustafa usta mesela sinemaya gidemem molokolteyl atarlar diyordu,ayrıldıktan bir yıl sonra uyuşturucudan tutuklandı.şaşırmadık tabi kafasının güzel olduğunu biliyorduk sinema saptamasından.zaten çineliydi yani herşey beklenirdi kendisinden...hamit usta vadı çok çirkin korkunç ve iğrenç yemekler yapıyordu.onun ceremesini kışın otelde kalan öğrenciler çekti ama çok kalmadı o da tabiki.

hayatımın son 10 senesini ciltler halinde yayınlasam ancak yetişir sanıyorum.


1 Temmuz 2010 Perşembe

I lost my mind in portofino


karmaya inanıyor musun,gerçekten mi?dedi umut.6 yıldır tanıyan birisi olarak hem de.
sen hiçbirşeye inanmıyorsun gibisin dedi gerekçe olarak da.
neye inanacağımı şaşırmışımdır belki bilemiyorum.rüyalarımı anlattım mesela,bazen gerçek oluyor dedim.evet çünkü çok şaşırtıcı rüyalarım var,anlatsam seçilmiş özel biriyim bile sanabilir bazı saflar.bir tarikat kursam mesela müridlerim olsa,neden olmasın bir kadının insanları etki altına alması erkeklerden daha kolaydır.
endonezya ya vize kalkmış gidebilirsin dedi güray.evet dedim zaten yurtdışı önceliğim endonezya dan başka biryer olamaz.o da biliyor ki çok gitmek istiyorum biryerlere,mesela rüyamda gerçek gibi gezdiğim malibu sahillerine.uyandığımda o kadar inanamamıştım ki rüya olduğuna,ayaklarıma baktım kumlar var mı diye.ama bir kanıt bulamadım.birkere de portofino sokaklarında gezdim rüyamda.hiçbir fikrim ve zikrim yokken gezdim.sonra belgeselde gördüm aynı gezdiğim sokaklar.işte o gün aşkımı bulamadım ama aklımı orda kaybettim gibi oldum.
bence şu çocukla sevgili olmalısınız çok tatlı çünkü dedi zeynep.döndüm baktım kapri giymiş kıvırcık saçlı bir çocukcağız.saf saf etrafına bakıyor kendi için yapılmış planlardan bihaber,tüm erkekler gibi.3 saliselik bakışla anında analiz yapıp kendime uygun görmeyip eledim.bazen yeteneklerimizden korkuyorum kadın olarak.ama eğlenceli ve iş görür olduğundan çok üzerinde durmuyorum.günde kaç defa 3 saliselik bakışlar ile taranıyoruz acaba.anında karar veriyoruz bu bize göre mi değil mi.ölüyatırım bir eleme bu çünkü geçse de kalsa da ruhu bile duymuyor sınava girenin.
çok doğru bir seçim dedi kenan.başkaları için yaptığım seçimlerin kendiminkilerden daha başarılı olduğunu düşündüm.takdir edilmek mi tatmin edilmek mi daha çok mutluluk veriyor diye geçen yıl sorsalar takdir derdim.ama artık tatmin diyorum ve gayet netim,kafamda en ufak bir çelişki yok.kemeri yanlış takmışsın canım kadınlar sağ tarafa takar dedi kenan.milyonlarca şey biliyor olmak trilyonlarca şeyi bilmediğin gerçeğini örtmüyor işte diye düşündüm.ağzımı heidi gibi ayırıp demek öyle diye kalmadan akabinde doğrusunu uygulayıp sonrasında araştırma yapmam da kendim için teselli oldu.herşey tamam bu sefer hiçbir eksik yok diye düşünülen bir dünya yok.en azından bende yok bunu biliyorum.
koridor mu cam kenarı mı diye sordu varan daki görevli,tabiki cam kenarı dedim.koridor seven bir kadın var mı bu dünyada acaba.herşey gelişse bile bu konuda gelişemiyorlar.bir kadın yolcu daima cam kenarı ister,çünkü yanından yüzlerce kez geçen muavin ona sürtsün istemez.yan taraftaki acaip insanla ve ön çaprazındaki arada sırada gereksiz yere arkaya bakan insanla göz göze gelmek istemez.cam kenarına sümüklüböcek gibi güvenlice ama çok sağlam olmadan yapışıp tüm otobüsten kendini soyutlamak ister.

nerede ineceksiniz diyecek muavin,tatlı canım nerede isterse orada diyeceğim.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

yat gez yüz çık




hani gözünüzü aynalardan alamazsınız,kendinize bakmaya doyamazsınız ya,işte o bende yat gezisi sonra olan bir durum.sürekli aynalara bakıp süzülüyorum.sapıklıktan değil kendimi inanılmaz güzel hissediyorum yat gezisi sonrası ondan.önceki hayatımda neydim acaba ki deniz suyu ve güneş bana bu kadar iyi geliyor.fokmuydum mesela.saçlar ve cilt parlıyor vücut hemen şekle giriyor.sihirli bir değnek gibi bana göre yat gezisi.
o kadar çok tekneyle geziye çıkıyorum ki artık bu konuda kitap bile yazabilirim.

bir kere herzaman için saat 10 da kalkıyor dedikleri tekne asla ve asla vaktinde kalkmaz,dolmasını beklerler çünkü.ama yine de erken gitmeliyiz ki en üstteki stratejik noktalara havlu koyalım.ama genelde ilk oturduğumuz yerden memnun kalmayıp ilerleyen saatlerde değiştiririz.üst katta uzun süre kalabileceğini sananlar da tekne hareket ettikten 15 dk sonra pişmiş bir şekilde aşağıya inerler.

ülkemizdeki tekne profili ne yazıkki çok sevimli değildir.genelde piknik kafasındaki aileler ve hiç görmek istemeyeceğimiz vücutlar görürüz. YARIMADA bir ülkenin insanı değilmişcesine yüzme bilmeyen,mayo ve şort seçimlerinde hiç başarılı olmayan insanlar doludur tekneler tıpkı halk plajlarındaki gibi.
ayrıca yüzme bilmeyen insanların tekne gezisinde ne iş aradıkları ise uzaylıların çözeceği birşey diye düşünüyorum.


tekneye adım atar atmaz iftar açarmışcasına yanlarında getirdikleri yemekleri yemeye çalışanlar da olmazsa olmazıdır gezilerin.genelde yüzülmediği zamanlarda insanlar bişeyler yiyor olur nedense.hayatlarını böyle idame ettiriyorlarmış gibi,yüzme ve yemek.
bütün gün neşe içinde yüzenler akşam dönüş yolunda kıpkırmızı ve mutsuz bir şekilde aşağı gölge kısımda otururlar.çünkü yat gezileri en kuytuda kalsanız bile sizi orta ateşde pembeleşinceye kadar çevirir sinsice.

en can sıkıcı konu ise yol boyu durmadan beyninizi yerinden hoplatan apaçi müzikleri.herzaman son ses ve en remikslisinden olurlar.ipodunuzun sesini açmayı bırakın, beyninize yerleştirseniz bile fayda etmez.sadece başınız ağrır başka da bir faydası olmaz,o müzikten kaçamazsınız.koylara yanaşıldığında sesi alçalır -yasak olduğundan o da- biraz yüzerken huzur bulursunuz,tabi etrafta bağıran çığıran insanları hesaba katmazsak.bu müzik olayı dönüşte en sıkıcı boyuta ulaşıp tarz değiştirir ve göbek havasına döner.en tadını çıkarıcağınız o muhteşem manzaralı akşam saati yolculuğu mezdekelerle hoplayıver çekirgelerle zayi olur gider.genelde teknedeki miçolar da göbek atıp kitlelerini eğlendirir.

bu tekne gezilerinde çok az eğlenmeyen insan olur çünkü türkiye böyle bir yer.100 kişilik teknede 10 kişi memnun kalmaz en fazla.bunlardan biraz sıyrılmak isterseniz haftasonu değil haftaiçi gezilere çıkmalısınız.türk gruplarının olduğu teknelerde başınızın ağrıyacağına emin olun ve kaçının.uzun değil kısa turları tercih edin.
paranız veya çevreniz varsa özel yatla çıkın tabi.ama özel yat insana tembellik verdiğinden çok gezme meraklısı arkadaşlarınızı tercih etmelisiniz.yoksa bir koyda çakılı kalırsınız tüm gün.

yine de hepsine tüm o kargaşaya kalabalığa değer bence.ertesi gün sizde sadece o gezinin güzelliği kalıyor çünkü.
aynalara cilvelenmenin bedeli var sonuçta.









8 Mayıs 2010 Cumartesi

kerizella


önceden sadece güneşli bir güne uyanmak yeterliyken artık o da yetersiz kalıyor.çünkü biz insanlar hiçbirşeyle yetinmiyoruz.yaz geliyor yine mutlu değiliz.
ben değilim açıkcası,ben aslında iyiyim de,beynim hiç mutlu değil.
herkes herşey içeri girmeye çalışıyor.popüler bir mekanmış gibi herkes görmek istiyor ve geride pisliğini bırakarak terkediyor beyin mekanımı.
uyurken huzurlumuyum bilmiyorum çünkü hatırlamıyorum.yatarken yine milyonlarca düşünce,uyanınca yine aynısı.hiçbirisi benimle ilgili değil hep başkaları.gözümü açar açmaz telefon geliyor yine benimle,güzel hatrımla ilgili değil.
benim işim aslında yaptığım şey değil.benim işim kendim dışımda herkesi herşeyi sürekli düşünmek.kurdeşen dökercesine düşünmek çoğu zamanda.ya da kafadan atamamak.
dünyaya bunun için mi gönderildim acaba.kerizlik gezegenin son elemanı olarak ben mi kaldım.
neyse, ne mi istiyorum?sadece kendimi düşündüğüm ve geri kalan herşeyin herkesin beni düşündüğü günler istiyorum.birisi sırtına alıp götürsün beni ve kurtarsın istiyorum.

25 Nisan 2010 Pazar

kreşistan


dün dünyanın en şahane annelerinden birisine kreş hayatımın bir kısmını anlatırken bunun yazılması gerektiğini farkettim.

öncelikle kreş anaokulu gibi değildir.kreşlerde gayet yatılı okul disiplini vardır.gerçi şu zamanlarda benim gittiğim gibi bir kreş kalmışmıdır bilmiyorum ve zannetmiyorum da.

kreş hayatım 40 günlükten 6 yaşıma kadar süren bir süreç.annemle babam çalıştığı ve bakacak bir dede nene gibi aile bireylerimiz olmadığı için erkenden postalanmışım.o kadar uzun gelmişti ki mezun olunca diploma gibi birşey vermişlerdi ve ben onu aldığımda anneme ''artık okuma hayatım bittiğine göre evlenebilirim dimi'' demiştim.sonra ilkokula başladığımda(bunu da yazacağım) hayatımın ilk ve en büyük hayal kırıklığını yaşamıştım.bitmemişti okul yeni başlıyordu.

ilk anım adapazarı ndaki kreşten komünist çocuğu diye atılmamdır.1 yaşında bile değilmişim sanırım o esnalarda.

sonradan anlam veremediğim şey bizim evimizde neden bana bakacak birisinin olmadığıydı.herkesin evinde dede nine vardı ama bizde yoktu.yolda gördüğüm kadınların paçasına yapışıp ağlıyor ve bizim evde kal bana bak diyordum.hergün en az bir kadını ağlatıyordum kreşe giderken.
birgün kreşten geldiğimde elimde bir adet kemik varmış.annem de bakıcıma sormuş bu nedir,kadın da öğle yemeğinde yediği tavuğun kemiği,elinden alamadık çok uğraştık ama demiş.hala yemeğe çalışıyormuşum o esnada da.ancak uyuduğumda alabilmişler yalanmaktan pırıl pırıl olmuş kemiğimi.
birgün ıspanak yerken dişim kırılmıştı ve o günden beri ıspanak yemem.yemekhane de isyan çıkarmıştım zaten.
zorla süt içirdikleri için müdirenin odasını basıp ''dayımın tüfeği var seni vurucam''demiştim.
her hafta en az 2 kez kreşten kaçıyordum.annemle babam ve tüm tarım il müdürlüğü beni arıyordu.oysa eve gidip oturuyordum genelde.
ne geldiyse de koluma geldi.lifim koptu,köprücük kemiğim kırıldı ve en son da kolum kırıldı.
tüm bulaşıcı hastalıkları itina ile geçirdim
tambirleydilikten mütevellit ağrıyan ve şişmiş boğazımdan bayılmak üzereyken bile ses çıkarmıyorken,doktorun kabakulak teşhisi koymasıyla ''kulaklarım kaba değil''diye ağlamıştım bir süre.
en sonunda yiğit isminde şişko bir çocuğun ranzanın 2 katından üzerime atlaması sonucu kolum kırık bir şekilde veda etmiştim kreşe.

kreş sayesinde en yaratık insan bile beni şaşırtmıyor,en ağır hastalık bile metabolizmamı çok sarsamıyor,hayatıma o kadar büyük bir katkısı var ki çocuğum olsa ve aynı kreş duruyor olsa yollarım tereddütsüz.
peri kızı gibi büyütülen arkadaşlarım ve benim aramdaki farkı ancak ben anlayabiliyorum bu yüzden.

4 Nisan 2010 Pazar

uyaran adam



yıllar önce akyaka da bir adam vardı
aşırı zayıf ve sürekli yürürken gördüğüm bir insandı
adını hiç bilmiyorum
ne iş yapar bir fikrim yok
sadece bel çantası modasına içten bağlıydı diyebilirim
asıl onu unutulmaz yapan ilgi alanıydı
ilgi alanı insanları uyarmaktı
her uyarısının sonunu ''ilerde çok üzülürsün''diye bitiriyordu
tanıdığı tanımadığı herkesi uyarıyordu

birgün yolun sağından giderken beni durdurup uyardı ''yolun solundan yürü bak ilerde çok üzülürsün''diye
bu en çok kullandığı uyarıydı

birgün otelin önünde oturmuş mandalina yerken geldi ''taşa oturma ilerde çok üzülürsün''dedi

birgün yokuş aşağı ellerim cebimde yürüken ''yokuş aşağı ellerin cebinde yürüme yerler tırtıklı düşersin ilerde çok üzülürsün''dedi

birgün sahile giderken ''hava soğuk bu kadar ince gezme ilerde çok üzülürsün'' dedi

birgün arkadaşımla bahçede kahvaltı yaparken gelip arkadaşıma ''bu kadar hızlı yeme ilerde çok üzülürsün'' dedi

birgün ben uyaran adam ı gördüm ağzı yüzü dağılmış,belli ki dayak yemiş.
keşke dedim onu uyarsaydım,böyle herkesi olur olmaz uyarma ilerde çok üzülürsün diye.

bana yine birgün; ormanda denize karşı salıncakta sallanırken geldi,''bu hayatın bu manzaranın kıymetini bil,canını hiçbirşeye sıkma,ilerde çok üzülürsün'' dedi.

işte ne zaman akyaka ya gelsem uyaran adamı anıyorum artık hiç görmesem de.bu güzellikler geçici ama kıymetini bilmem gerek,tatlı canımı ilerisi için sıkmamalıyım,yoksa ilerde çok üzülürüm diye.


biraz durduk yere de olsa mutlu olmak lazım,yoksa ilerde çok üzülürsünüz.


2 Nisan 2010 Cuma

tambirneydi?


hiçbir yere ait olmama durumum artarak devam ediyor

ama bu seferki daha gerçekci

çünkü ne akyaka daki yeni evde kaldım,ne de istanbul daki

bir evim yokmuş gibi geliyor şu an bana

otel de kalıyorum yıllarca bu otelde kaldım zaten evim gibi ama

yine de otel odası

tüm eşyalarım burda değil

eğreti bir yerleşme sözkonusu

zaten istanbul a gideceğim diye boşverdim

şu an hiçbir kıyafetim yerleşik değil

ne istanbul da ne de akyaka da

burdakileri yerleştiresim yok çünkü hepsi de yazlık

içim buruluyor yaz geliyor ama ben gidiyorum

pazartesi dönüyorum buraları bırakıp

en güzel günler nisan mayıs oysaki burası için

bazı şeyleri kabul etmek gerek.


günlerdir düşündüğüm saçlarımı da kestirdim

ondanmıdır nedir bir güzellik geldi sanki

ama burda 2 haftadan fazla kalınca oluyor bu güzellik

biraz da bronzluk var

tabi tüm bunlara laptopdan yansımama bakarak karar veriyorum

ilk zamanlara göre yansımam daha güzel

bu kriter yeterli.


günler ne çabuk geçti ama zaten çabuk geçiyor

benle veya çok mutlu/mutsuz olmamala ilgili değil

benden bağımsız olarak ilerliyor

hayatımın plansız olması içten içe hoşuma gidiyor olabilir

ama belirsiz olması hoş değil ikisinin arasında fark var


şimdilik kışın bitmiş olmasının mutluluğunu yaşamam yeterli.


tavşan gibi zıplayarak değil de

tavşan gibi durarak karşılıyorum bu aralar herşeyimi

gerekirse zıplarım yani.

19 Mart 2010 Cuma

badem fındık


bugün bende bir tuhaflık var.hiçbir yere ait değilim.

aslında ait olmak istediğim bir yer de yok.ama en basitinden birşeyler olsun istiyorum

hollywood filmi olabilir mesela.böyle en basitinden ve klasiğinden.

burda olmak istemiyorum orası kesin.

burası derken akyaka değil,en sevdiğim yer akyaka.başka bir ülkede yaşamak istiyorum bir süreliğine.aslında çok basit gibi görünen birşey ama bana çok uzak geliyor nedense.hep son anda iptal oldu bu girişimim.bu yüzden sinir yapıp pasaport bile almadım.kesinleşene kadar da almayı düşünmüyorum.

havalar çok güzel ya.güneş ne kadar önemli birşey.hayattaki herşeyimizi ona göre ayarlıyoruz.

kıyafetlerimizi mevsimlere göre seçiyoruz,güneş biraz az gelsin hemen buluşmalarımız iptal oluyor,canımız sıkılıyor.güneşe göre uyuyoruz,kalkıyoruz.tam batarken uyursak kabus görüyoruz.onunla güzelleşiyoruz,denize onun sayesinde girebiliyoruz.çok uzaklaşırsa felaketlere uğruyoruz,çok yakınlaşırsa kavruluyoruz.güneş bizi ısıtmaya başlayınca,bahar gelince aşık oluyoruz.kışa doğru sevgilimizden ayrılıyoruz.sayesinde şapka takıyoruz,gözlük takıyoruz.çok maruz kalırsak kanser,az görürsek kemik erimesi yapıyor,iliklerimize kadar etkiliyor yani.

güneş hayatımızdaki en önemli şeylerden birisi.

en azından benim için öyle.

güneşlenirken bile kalori yakıyormuşuz ve de.

şimdi de güneşin hatrına pazar günü yat gezisi yapılsa da ben de gitsem diyorum.mart ayında da yat gezisine gidersem kendimle ilgili bir çeşit rekor kırmış olacağım.


hayattaki en önemli şey bu mu senin için diyenlere,hayattaki en önemli şey hiçbirşeyin önemli olmadığını bilmektir diyorum.gereğinden fazla ciddiye almamak gerek.bunu ancak akyaka gibi bir yerde amaçsız yaşayarak anlayabiliyorum.istanbulda hiç böyle olamıyorum.milyonlarca şeyi önemsemek zorundayım.üstelik bunların çoğu da karşılıksız.biraz da insanlar beni düşünsün artık diyecek boyuta geliyorum.

oysa burada hiçkimse,hiçbirşey hayatımda etkili değil.belki fişten çarpan elektrik kadar etkilidir.

burada güneş var,burada sadece ben varım.


15 Mart 2010 Pazartesi

akyaka


yine akyaka dayım. cuma günü geldim,huzur için.
çok da huzurluyum diyemem çünkü akraba ziyaretine denk geldim
ve gerçekten kafam şişiyor
kadınlar neden bu kadar çok konuşuyor?
şu an gördüğüm kadarıyla ayı sansarı denilen yaratık bir hayvan bile aile ilişkilerine önem verirmiş
ama ben akraba ilişkilerime çok da sadık değilim.
bir dayı birkaç kuzen yetiyor bana.
zaten dayılardan yana derdim yok ama yengelerin çeneleri çok düşük.
bir de hayatımda 2 kez gördüğüm insanlara karşı neden sevgi besleyeyim ki?
çekirdek aileme şükürler olsun diyorum.
geçen gün istanbul daki eve girerken süper yaşlı ev sahibimizi gördüm ve biraz duygulandım.dede olayı çok uzak bana.hiç dede görmedim.bence o adam çok şahane bir dede.
taşındığımız için tek üzüldüğüm şey o dedeye veda edememek oldu.çünkü ben buraya geldikten sonra güray taşıdı evi.belki birgün giderim helal et hakkını derim.dedeler helalleşmeyi severler bence.
burda da yeni ev telaşı var,istanbulda da.hergün birtakım ev terimleri dönüyor kafamda.herkes birşeyler konuşuyor
bu hafta otele yerleşeceğiz sanıyorum taşınana kadar.ben zaten hiç bilmiyorum kaç gün daha burdayım.cumaya kadar kesin ondan eminim.
akyaka yı çok seviyorum,ailemden sonra sevgimin hiç değişmediği tek varlık akyaka.
çünkü her zaman bana güneşin en güzel ışınlarını,havanın en temizini,manzaranın en büyülüsünü veriyor karşılıksız.(babam gibi yazmaya başladım resmen)
yarın çınar koyuna gideceğiz,güneşlenmeyi düşünüyorum.ama ne yazıkki buz gibi denize girmem imkansız.olsun bu da yeter.
istanbul u düşündükçe bir tuhaf oluyorum bu yüzden kendime düşünmeme yasağı koydum.her yasak gibi aklımdan çıkmıyor bu yüzden.böylesi bir kadın kafası.

o değil de,bahar gelmiş.

5 Mart 2010 Cuma

karma bu sana


bugün doktora gittim.
insan özel doktora gidince kafası çok karışık oluyor.hem o ev gibi muayenehane de kendinizi hasta gibi hissedemiyorsunuz hem de ayağınıza galoş giydiğiniz için emanet gibi hissediyorsunuz kendinizi.
özel doktorların hepsini güler yüzlü sananlar yanılırlar.çok mendeburlarını gördüm.bu yüzden bu doktora gitmeden önce çok araştırdım.sempatik olduğundan emin olmadan gitmek istemedim.
evet normali de yeterli değil doktor dediğin sempatik olmalı bence.zaten kadavralara alışkın olmaları bana tuhaf gelmiştir hep.yani ölü bir insana bakıp birşey hissetmeyen insandan çekinirim ben.tüm dünyayı bir kadavra olarak görüyorlar gibi birşey.bu yüzden de pek sempatik olamıyorlar sanırım.ama ben doğru seçim yapmışım,tavırdan ziyadesiyle memnun kaldım.yine de doktora gidince insanın canı sıkılıyor.bugün tüm enerjim bitik mesela bu yüzden.


pazartesi stresli bir gün olacak benim için.çünkü konser var.
bu aralar dolaylı olarak beni de ilgilendiren birtakım güzel haberler alıyorum,
ama direk benimle ilgili güzel haberler istiyorum yakın bir zaman içerisinde.
hani istemeden olmuyormuş,istiyorum yazılı belgem bile var işte.

2 Mart 2010 Salı

robert gelse yaramı sarar


herkes mi gezer ben hariç
evet herkes gezer.
üstelik hepsi de yurtdışında geziyor.ben neden hala ülke sınırından çıkamamış bir insanım
anlayamıyorum.karma bir cevap versen iyi olur.
karma cevabını tokat olarak verdiğinden çok da üzerine gitmemek lazım.
sıkıntılar basıyor beni ziyadesiyle.
bugün akşam yeşilçay eşliğinde incelediğim vogue turkiye bile beni yeterince heyecanlandıramadı
vasat olmasının yanı sıra boğazıma kadar imaj ve moda içerisindeyim,artık midem bulanıyor yarım saatten fazla kıyafetle ilgilenince.
ne kadar çok şeyi aynı anda düşünmek gerekiyor.trend tarz stil ikon imaj kelimeleri çizgifilmlerde düşen saftiriklerin başında dönen yıldızlar gibi dönüyor kafamda.
hayır işi becerebiliteyi geçtim,ben artık benimle ilgilenilsin istiyorum.
sürekli kendimi 2.plana atıyorum ve sonra kendim için ne yaparsam yapayım mutlu olamıyorum.kendi kendime güceniyorum yani.zamanında ilgilenecektin diyorum kadın kaprisi yapıyorum içimde.kaprisimi bile kendime yapıyorum.
aslında herşey çok basit.bir hafta güneşlensem denize girsem mis gibi olurum.
basit olan herşey gibi uzak.
işle ilgili sms atıp heyecanla cevap bekleme kafası da yaşadım bugün.yıllar sonra mesaj sesi heyecanı.aşktan değil işten.
bütün kadınların bütün moda çekimlerinin aynı olmasından çok sıkıldım.yine modaya geldim işte dönüp dolaşıp.
bir iron man im olsa başka şey istemem tamam.

23 Şubat 2010 Salı

8. gün



bugün günlerden ne diye merak etmediğim günlerden.
çünkü bugün benim için 8. gün.ne salı hissiyatım var ne cumartesi ne perşembe.hiçbirisinde gibi değilim.
özellikle hiç iş yapmamaktan ya da çok iş yapmaktan kaynaklanan birşey olduğunu düşünmüyorum,arada oluyor işte.
bunun aşırı keyiften olan versiyonu var tabi.yazın mesela umrumda olmaz bugün hangi gün.hergün güzel ve sıcaktır çünkü.
herşeyi bir sonuca bağlamamak gerekiyor işte o zaman bugün günlerden ne çok da farketmiyor.