1 Kasım 2011 Salı

gündüzün kısalması 3 dakika


önceden mutfaktaki maarif takviminin yapraklarının canına düşerdim
daha gün bitmeden koparırdım çünkü zaman gibi gelmezdi bana onlar
annemin sürekli olarak bana kızmasının nedeni annelikten değil
yaprakların azalmasındandı büyük ihtimal
ben onun yaşından bir parçayı daha erkenden koparırken
kendim yazın gelmesini daha da çabuklaştıracağını sanıyordum
tek istediğim buydu çünkü
koparıp sadece günün yemeklerini ve isimlerini okuyup
çöpe attığım her kağıt parçası
benim için güneşli günlere atılmış bir adım gibiydi
annem için ise çöp kutusundaki insafsızlıktı

bir süre sonra modası geçtiği için mutluyduk

her resimli takvim gördüğümde doğum günüm olan ekim ayına bakmak gibi adetim vardı
resim varsa nasıl bir resim
acaba benim hayatıma bir göndermesi var mı
genelde ekim ayı için sararmış yapraklar kaçınılmaz olsa da
yine kendime bir teselli olsun diye
ne güzel bir güneş ışığı dediğim şeyler de olurdu
iyi ki ocak şubat doğumlu değilim derdim
karlı yollar ve yaşadığım yerde hiç olmayan sempatik çatılı evler kaderim olabilirdi

çünkü insan kendisiyle ilişkili bir durumda mutlaka bir teselli bulabiliyor

asla masa takvimlerinin üzerine yuvarlaklar çizen birisi olmadım
kendime ait bir masa sadece odamda olduğundan da olabilir
beklediğim güne ne kadar kalmış pek bilmek istemedim
ortalama rakamların iç huzurumda daha etkili olduğunu anlamıştım çünkü
beklediğim güne çok varsa zaten çok vardır
az varsa yakında geliyordur
o gün zaten artık bekleyecek bir şey kalmamıştır
ve sonrası yine havuzun boyu geçen yerine dalıp bakmak gibi
çok uzak gibi görünen ve ancak nefes alabiliyorken rahatça gidilebilen bir gelecek


zamanla ilgili sıkıntılarımı çok rahat çözebiliyorum
tek yapmam gereken bir tarih belirlemek
kesin olmayan bir tarih
etrafına yuvarlak çizilmesine gerek olmayan
sadece yapmam gereken bir şey
gitmem gereken ya da gelmem
hiç fark etmez
almam gereken veya vermem
arasında bir fark yok
hiçbir şeye mecbur kalmadığım ama
olmayan takvim yapraklarını koparıyor gibi
güneşli günlere yaklaşıyor gibi
istediğim şeye ulaşıp
sonra başka bir şey istemek gibi
bugün doğacak çocuklara isimler kısmında kendi ismimi görmek gibi
çok imkansız olan ama sadece beni ilgilendiren
sabah gözümü açtığımda güneşin sadece bana doğmuş olması gibi bir şey

benim için zaman çöpteki pasta kutusu
çöpte olmasına rağmen hala içinde bir zamanlar lezzetli bir şey olduğunu belli eden
bir süre atmaya kıyamadan mutfakta kalabalık yapan
belli bir yaştan sonra ise sadece arada hediye olarak gelen

lezzetli bir kutu
ama sadece takvimler doğru zamanı gösterdiğinde.

9 Ekim 2011 Pazar

29


kendimi çok fazla dinlememem gerektiğini anladım

her yeni yaşıma girdiğimde o yaşımdan bir şey bekler oldum
ama anladım ki aslında o benden bir şeyler bekliyor
bu yüzden mumları üflerken ne için dilek dileyeceğimi şaşırdım
lütfen benden çok şey bekleme diye mi
yoksa ondan çok şey beklemem gerekmesin diye mi

en güzeli en basit dilekler
zengin olayım gibi
olmazsam zaten saçmaydı nasıl olayım diyeceğim
olursam da dilek diledim diye olmadı herhalde diye mantık yürüteceğim

dilek perisi gibi masalsı şeylere inanıyorum
çünkü bu istediğim şeylerin olmamasının sebebini gösteriyor bana
pembe ve saf bir peri için fazla pragmatistim çünkü
istediğim şeyin hayatımda en olması gereken şeymiş olması gibi
şu hapı içerken boğazımda kalmasın başka bir şey istemiyorum dileğim gibi

uzun zamandır ne istiyorum diye düşünüyorum
ve cevap beni çok yaşlandırıyor
çünkü en büyük eksiğim tüm klasik insan dileklerimi yok sayıyor
midem için dilek dilerken istediğim ayakkabı gidiyor
saçım dökülmesin derken seyahatlerim bana el sallıyor
alerjim geçsin diye iğne yerken hayalimdeki iş tatile çıkıyor
demirim yükselsin diye hap çiğnerken pilates benden ümidi kesiyor

6 ekim günü
kendimi artık 29 yaşında ve sağlık isteyen bir hasta olarak buldum
teşhis doğru tedavi ümit verici
kontrolü mutlaka yapılması gereken
reçetesi manas destanı gibi
yan etkileri geçici

saçım artık dökülmüyor ama bu sefer de eskisi gibi çok kabarıyor
böylelikle bir peri daha öldü

artık garanticiyim,dev antibiyotikleri direk boğazıma ittiriyorum
yeni yaşımdaki dileklerim boğazıma takılmasın diye.

6 Eylül 2011 Salı

tuzsuz adam


çok mu tuzsuz olmuş sorusuna verilecek bir cevabım yok
tamamen tuzsuz olmadan bir şey anlayamıyorum genelde
ayran mesela tuzsuz olursa anlarım
ama makarnada olmazsa fark etmem
çok tuzlu bir şey yememe ise imkan yok
birazcık fazla olsun amca gibi tansiyonum çıkar sanki

bir insan hayatında en fazla neden vazgeçebilir

mesela 39 yıldır her şeye tuz atan adam
nasıl bundan vazgeçebilir
içtiği suya atma imkanı olsa onu bile yapabilecekken
peksimet gibi tamamen tuzsuz bir hayat ona neden çekici gelebilir


senin için her şeyi yaptım demek çok büyük bir olaydır
seni çok seviyorum demek inanılmaz havalı bir laftır
seni özledim demek hem üzücü hem sevinçli bir sonuçtur

ama
senin için 40 yıllık tuzdan vazgeçtim demek
bütün hayatında tek vazgeçemediğin şey olan yemekten vazgeçtin demektir
sana kek yaptım eyleminin kırk ile çarpılmış halidir
yemek yerken bile seni düşünüyor demektir
bu gerçek bir iltifattır
bu atmosferin en üstüne çıkmak gibidir
bu kimseye başka jest imkanı tanımamaktır

ama
insan 40 yıl boyunca onu mutlu etmiş bir şeyden vazgeçebiliyor ise
uğruna en vazgeçilmez şeyden vazgeçtiği kişiden de vazgeçebilir
bir zamanlar günün her öğünü elini attığı beyaz ufak tüpü unuttuğu gibi
onu unutmasına neden olan şeyi de unutabilir

annem makarnaya biraz fazla tuz koymuşum sanırım dedi
artık tuza başlasam iyi olur diye düşündüm.

1 Eylül 2011 Perşembe

günaydınlar


yattığım yerden gördüğüm balkonu özleyeceğim
gördüğüm şey gayet basit aslında
sineklik kapısı, bazen çamaşırlık veya hiç kullanılmayan sandalye
ilerisi ise hiç anlaşılmayan karanlık bir orman
insanların çekip de paylaşacağı bir kare değil
bakıp bakıp anlaşılamayan bir durum
gündüz biraz daha açıklayıcı
gece ise serinlik veren bir karanlık

yattığım yerden kaz sesleri duyuyorum mesela
uzaktaki nehirden gelen
köpek sesi gibi alışılmış değil
kazlar neden uyumazlar ki diyorum
zaten uyumaya çalışırken duyulması en tuhaf ses
bir de bunları düşünürken iyice uykum kaçıyor

yattığım yerden balkonumu düşünüyorum
kışın beni özlüyor mudur
beni fark eden o gözler nerede diyor mudur
hiç çıkıp oturmasam da
havlu asmak için onu kullansam da
onun varlığı yeter diyor mudur

yattığım yerden yarını düşünüyorum
aslında düşünmesem de rahatlasam diye
yarın acaba benim aptal olduğumu düşünüyor mudur
zaten ne düşünürse düşünsün ben bildiğimi okuyacağım
hayalleri veya hayal kırıklıkları beni bağlamaz diyor mudur

yattığım yerden bir türlü kalkamıyorum
tüm gece dinlenmemiş tam tersi yorulmuş bir kafayla gözümü açıyorum
balkonumun manzarası daha güzelleşmiş
kazlar susmuş köpekler başlamış
yarın tepeme dikilmiş bugün gibi yüzüme bakıyor
tüm gün burada yatsan da umurumda değil diyor
biraz daha balkona bakıp gece yatacağım zamana doğru kalkıyorum



çekip de paylaşacak bir şeyler aramıyorum
tamamen benim olacak balkonların hayaline dalıyorum.


11 Ağustos 2011 Perşembe

insansız ilk yazı uzaya gönderildi


babam merdivenleri çıkarken yüksek ökçeler kitabını hatırlatıyorsun bana dedi
yürürken veya merdiven çıkarken biraz fazla vuruyorum ayaklarımı
topuklu ayakkabı giydiğimde zeus yere indi sanılabiliyor
yapabileceğim bir şey yok
evin içinde yürürken havalanan takvimler sallanan tablolar yüzünden babam bana kız değil dragon der
artık takvim yok ama merdiven var
ve babamın bana yüklediği orijinal sıfatlara hep yenisi ekleniyor
çalıkuşu gibi bir sıfatım olmadı hiç, herkes tarafından söylenen
mesela bugün çalıkuşu feride nin bir sabah yıllardır görmediği sevgilisine armutlu süt hazırlamak için erken kalktığı an gibi heyecanlı uyandım
ama feride gibi de değilim çalıkuşu da
hiçbir şey olmak istemiyorum
dragon olmak zaten yeterince tuhaf
komşunun kızının bana yıllarca nutella abla dediği günler vardı
artık o kız komşumuz değil bu yüzden ben de nutella değilim


bir tavşan aldım
senden bir farkı yok bu tavşanın dedi babam
nedenini hiç anlamadım önce
tek bildiğim o tavşanı banyo lifi gibi boynuma kollarıma sürme isteğim
bana alerji yapmasına rağmen
hasta ve yaşlı makar devuşkin gibi öksüre öksüre şunları yazmama neden olsa bile
seviyorum onu
her yere pisliyor ve en sevmek istediğim zaman kaçıyor
ama seviyorum


gıcık bir insanımdır kesin
çok duyduğum şeylerden birisi de bu
bazen bu insan beni neden seviyor acaba diye düşünüyorum
arkadaş da olabilir bu aşık da
sevilecek hiçbir şey yapmıyorum
sonra düşünüyorum
belki de gerçekten bir tavşan gibiyimdir
insanlığa hiçbir faydam yok
tam tersi milleti yoruyorum
ama yine de sevmek istiyorlar
yanaklarımı görünce mutlu oluyorlar
onlardan kaçınca kızamıyorlar


kendi kendime alerjim var
belki de gerçekten insan değilim.

12 Temmuz 2011 Salı

vur gitsin


1 ay önceydi
terliğimi aldığım gün acaba ne zaman ayağıma vuracak dedim
yeni bir ayakkabı ve türevi bir şey alsam bunu diyorum
çünkü hayatım boyunca sorunsuz ve yara bantsız bir yeni ayakkabı hayatım olmadı
sadece yeni ayakkabıyla bunları yaşasam yine bir tesellim olurdu
3 yıllık terliğim bir gün vurasım geldi diyebiliyor
bir gün önce hiçbir şey yok
ne vurma sinyali
ne de bir rahatsızlık
adeta en yakın partnerim
can dostum
terliklerim arasında en aramızdan su sızmayanı
bir sabah kalkıyorum ve markete giderken ayağımda deli bir sızı var
yolda giderken oluyor bu ayrıca
ne en başta ne de en sonda
tam yolun ortasında
en hızımı almışken
birden bir acı
hep aynı


eski sevgilimden ayrılmayı tanımlarken
inandığım bir dinin sahibi gelmiş ve
ya o dini ben uydurdum kusura bakma demiş ve gitmiş gibi diyordum
yıllar yıllar önceydi ama hala bazı şeyler aynı inatla
insanın körü körüne düşündüğü veya nasıl isterse öyle sandığı şeyler
sanki başkalarının uydurmasıymış gibi sonlanıyor
yüze çarpılıp kaçılıyor
alıştırma süreci yok
kalp krizi gibi
ya ölüyorsun
ya da dikişli bir vücutla dikkatli bir hayata başlıyorsun
tamamen kurtulmak yok
her şeyi geride bıraktım da yok
en baştan tüm bunları zaten biliyor olmana rağmen
yine terliği giyip
yine ayağına o bantları takıyorsun
daha önceden sakladığın ve bir gün mutlaka kullanacağını bildiğin
en olmadık zamanda çıkan yara bantları
en büyük kurtarıcın gibi arkadandan iş çevirip kaçan sinsi gibi
yine de çantanın bir köşesinde bulunuyorlar
elbet bir gün sıra geliyor
iyileşmeyi kabul etmeyen bir vücut
hazine gibi

en yakın dostum çoraplarım
sadece yıkanmak istiyorlar
geri kalan her şey üstündeki çizgilerde ve hayvanlarda.

29 Haziran 2011 Çarşamba

otel


bir binayı özlüyorum
4 katlı ve eski püskü
mimarisi özel gibi ama dokunsan yıkılacak gibi de
içinde garip garip taşlar olan
ama limon mandalina ağaçları da olan
bahçesinde çoğu zaman kendim olduğum
ağaçtaki limondan farksız bir şekilde
belki de ondan daha faydasızca dünyaya
öylece duran bir insanım
sadece bakıyorum bahçeye
ayaklarımın altına bir köpek geliyor
onu bile sevmeye üşeniyorum
gözlerimle seviyorum
o da anlıyor
ben orada bir sandalyeden farksızım


özlediğim bir oda var
içinde eski gelinlere ait bol aynalı bir dolap
hiç oturulmayan bir balkonu olan
küçücük bir banyosu ve 5 adımlık yürüme alanıyla
insanı eninde sonunda yatağa yatmaya mahkum bırakan
saatlerce yatıp öylesine tavana baktığım
bazen duvarında turuncu kertenkeleler görüp sevindiğim
bahçedeki insanların sesini dinlediğim
okuma lambası asla çalışmayan
104 numaralı bir oda


kimse yokken girdiğim havuzu özlüyorum
10 metrelik mutluluk ölçüsü
üstündeki arıları temizliyorum
sonra etrafıma bakıyorum
güneşin en uzun süre uğradığı şezlongu sahiplenip
sevdiğim müziği açıyorum
sadece bana ait 100 ton su
kollarımı kaldırıyor
bacaklarımın arasından geçiyor
özellikle oje sürüp giriyorum
çünkü bomboş havuzda ellerimi izlemeyi seviyorum


dev bir binayı özlüyorum
beni ben yapan ne varsa
artık sökülmüş ve yıkılmış olan

geriye sadece limondan daha gereksiz olan beni ve ayağıma yatan köpeği bırakan.

16 Haziran 2011 Perşembe

TAMAM


ne düşündüğümü bilmemekle beraber o kadar çok şey düşünüyorum ki yolda giderken durduruyor bu hisler beni
adım atıyorum ve durup bekliyorum ben ne düşünüyorum diye
her şeyimi engelliyor
sanki beynim yerinden çıkıp her şeyi baştan karşıma geçip anlatmak istiyorum,
sana anlattiklarımı anlamıyorsun kafanın içinde bomboş duruyorum gibiyim demek istiyor
tüm bildiklerim tüm gördüklerim hepsi birden kafamdan fışkırmaya çalışıyor konserlerde sahnelerden patlayan konfetiler gibi
bulutlara bakıyorum iyi ki varlar diyorum, kafamı yukarı kaldırdığımda beyaz ve pofuduk bir şey göremeseydim tesellim zor olabilirdi
sürekli yollar gidiyor ben bir yere gidemiyor gibiyim
ben neden buradayım, mesela şu an suyun içindeyim ama neden böyleyim diyorum
ne istedigimi değil neyi istemediğimi düşünmekten o an ne kadar muhteşem olursa olsun geçiştiriyorum
o an bana sinir oluyor belki de
onu şu an ne kadar mutlu ediyorum
bir kez daha ayak bastığım yer yüzdüğüm o sular asla bu andaki gibi olamayacak
hepsi yoldaki kesik cizgiler gibi
kısa kısa da olsalar hep varlar ve sayamayacak kadar çoklar
parmaklarıma bakıyorum bazen kenarları soyuluyor durduk yere
vücudum belki de benden daha iyi biliyor ne zaman neye tepki vereceğini
soyulması gereken zaman hiç vakit kaybetmiyor
gözlerim parmağıma doğru çevriliyor ve sol elim de onun yanına gidiyor
neden soyulduğunu anlamaya calışıyor bir çok organım
belki çok ufak bir şey belki de biraz acı verici
bazen yara bandı yapışması gereken
sadece bir soyuk diye nitelendirilen

bazen birisinin yanına uzanmak istiyorum
ama aynı zamanda yollar da gitsin altımdan istiyorum
biraz rüzgar essin saçlarım yeni kurumuş olsun
üstümde sarı camaşırlar olsun
kocaman gölgelikli bir yatak
bunların hepsini düşünüyorum
ellerim nasıl duruyor bacaklarım nerede
yüzümün ifadesi nasil
yanına uzandığım insanın kimliği ve niteligi dışında her şeyi düşünüyorum
çünkü kim olduğunun hiç önemi yok benim saçimdan rüzgar altımdan yollar geçerken
sadece uzanmak istiyorum belki de hiç sevmesem de biraz nefes sesi duymak
kendi huzursuz uykuma karşılık memnun bir nefes
her şeyi çözebilirdi
hiçbir işe yaramayabilirdi
ellerimin soyuk hali ayaklarımın sızlaması
beynimin bana olan tavrı

kim olduğum umrumda değil aslında
ruhum beynimden daha akıllı

bana doğruymuş gibi zıplayarak gelen serçenin aslında bana gelmediğinin farkındayim.

2 Haziran 2011 Perşembe

ne kadar hıyarsın


insanların yaşıyor olmalarının bir amacı var mı bilmiyorum
çoğunun yok gibi geliyor bana
bazı insanlar ile bu olsa ne olur olmasa ne olur dediğimiz sebzeler aynı gibi
yolda yürüyüp birbirine bakan sebzeler ile dolu her yer
aslında sebze olsaydık hayat bizim için daha kolay olabilirdi
en fazla ağaçtan düşüp yerlere yuvarlanırdık
ya da pazardaki teyzeler tarafından avuçlanırdık
başımıza gelebilecek en kötü şey
pazar sonrası yerlere düşmüş marul olmak olurdu

sebze haliyle gezdiğini anlamayacak ciddiyette insanlar var
adam taze fasulye mesela
ama farkında değil,ciddi ciddi konuşuyor
bir fasulyeyi ne kadar dinleyebilirim ki
o çok önemli şeyler söyledikçe benim gördüğüm
pazarda son anda kilo tutmadı diye alınıp poşete atılmış bir yamuk bir fasulye
kendisini yemeğin en önemlisi sanıyor
ama pazarcının işgüzarlığı sonucu poşete girdiğinin farkında değil
sadece ben farkediyorum

havalı havalı duran kadın hiç farkında değil mesela
karpuz dilimi olduğunun
kamyon arkasında satılan karpuzlardan olduğunu bilmiyor
sadece dursam yeter diye düşünüyor
karpuz satıcısının şov amaçlı kesip en yukarı koyduğu dilim gibi
seçilmiş olduğunu düşünüyor
ama diğer karpuzlar bile satılırken
kendisinin bütün gün orada durmaktan buruşacağından habersiz
gün sonunda çöpe atıldığında
sokak hayvanları bile onu yemeyecek
bunları bilmeden duruyor karşımda

buzdolabımda yer kaplayan ama asla yemediğim sebzeler var
sırf muhatap olmayayım diye hemen dolabı kapatıyorum
kokmalarını beklemeden atamıyorum
kokacaklarını bilmeme rağmen

bazen sebzelere bakarken kafam karışıyor
hep bu yüzden
insanlara bakarken kafam hiç karışmıyor
hep bu yüzden.

13 Mayıs 2011 Cuma

ayarlar


hiç gelmeyen bir telefon var
bakıyorum telefona
aslında bakmıyorum, önceden çok bakardım
mesajın geldiği anı düşünürdüm bir bakıma geleceği yani
mesaj geldiğinde şu anımı hatırlamayacağım bile derdim
arama beklemek daha değişik
çünkü arama beklemez
mesaj gelse o bekler ben açana kadar
ama aramaya en fazla 4 saniye bakabilirim

ufacık bir alet kalbimizi yönetiyor
beyin bu konuda çaresiz
iç organlar birbirlerine bakıyor abi biz ne yapalım beyin bile susarken diye
gözler ne yapacaklarını şaşırıyorlar çünkü en önemli işlev onlarınki
kalp ise zavallı bir muşmula gibi bekliyor
ufacık bir alet
ne içinde kan var
ne de vitaminler proteinler
en ufak bir yapı taşı bile yok
ama en uzaklardan bile kalbi yönetiyor
o çaldığı an hızlıca atıyor
eğer beklenen telefonsa kalple birlikte mideye de bir haller oluyor
tüm vücut telefon etkisiyle deliriyor
telefon vücudumuzun uzaktan kumandası sanki
pili bitince kalp pilimiz bitmiş gibi stres oluyoruz

bazen gezinirken öylesine düşünüyorum
şu an telefonum kaybolsa ne yaparım diye
büyük ihtimalle kös kös eve dönerim
çünkü tüm planlarım iptal olur
her şeyi telefon yaptığından kafamızda tek bir ezber yok
eve gelmek bir çözüm bile değil üstelik
numara bildiğim mi var ki eve geliyorum
ayrıca işime yaramaz diye ev telefonunu şehirlerarasına kapattırmıştım
kimsecikleri arayamam
aynı gün internet de kesilse mesela
işte o gün karşı evdeki dede olmaya adım atarım
tüm gün camın dibinde oturup yoğurt yerim
güvercin beslerim
telefonsuz kalan kalbim için aldığım ilaçları cam kenarına dizerim
bakıp dururum etrafa
insanın alışamayacağı şey yok


hayatımdaki her şeyden vazgeçerim
çünkü zaten sürekli bir şeylerden vazgeçiyorum
bazı şeylerin hayatımda olması önceden olmadıkları gerçeğini değiştirmiyor
telefonum giderse
güvercinler gelir.

8 Mayıs 2011 Pazar

müsait bir yerde lütfen


vücudumla konuştuğuma inanıyorum
kendi kendime konuşmuyorum hayır
tam tersi ben sormadan o cevaplıyor
bazı anların hayalini kuruyorum çok uzaklarmış gibi
ve o anları yaşadığımda vücudum havasını atıyor
bak düşünmüştün ve ben yaptım bunu diye
benim yaptığım hiçbir şey onun için önemli değil
o sanki kendisi için yapıyor her şeyi aslında


ben hayatımda hiç cenneti görmemiş olabilirim
ama vücudum arada cennete gidip geliyor

duştan çıkıyorum ve bornozla yatıyorum yatağa
işte o an tüm hücrelerim denize giden caretta yavruları gibi cennete koşuyorlar
hayatımdaki hiçbir şey önemli değil o an
saçlarımın yastığı ıslatması yastığın umrunda bile değil
telefonun üzerine yatsam ne farkeder
telefon şezlongmuşcasına memnun
kıyafetlerim yerlere düştükleri için çok mutlular
ağaçtan düşen dut gibiler çünkü o andan itibaren
kremlerim sonsuza kadar bekleyebilirler
yeter ki ben mutlu olayım
bornoz en mutlusu çünkü alaaddin in halısı gibi
başrol ona ait cennet yolunda
gözlerim hiç açılmak istemiyor
ayaklarımın kıpırdayası yok
ellerim kim bilir nerede bir fikrim yok
beynim zaten daha yatağa düşerken havada asılı kaldığından
çok uzaklardan bana bakıyor
o da yerinden gayet memnun
oh be biraz hava geldi diyor

mevsimlerden yaz ise cennet yolculuğunun sınırı yok
kışın yolculuk dönüşü vücudum türbülansa uğrayabiliyor
baharlarda beynim üşütüp duruyor

sonuç ise hep aynı

dutlar eziliyor şezlongun da ayarı bozuluyor.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

sırtüstü edebiyat serisi cilt 1 sayfa 48


yaz geliyor diye sevinen insanlar gibi değilim ben
sevinmiyorum çünkü ben zaten diğer mevsimler yok gibiyim
o günleri saymıyorum, yazın gelmesini bekleyerek yaşıyorum
bahar da çok tatmin etmez beni
kuşlar böcekler manasız sevinçler bir süre sonra sinirlerimi bozabilir
çünkü bahar yaz gibi değil
bahar prebiyotik yoğurtlar gibi
bir süre çok seviyorsunuz işte bu favorim diyorsunuz
sonra bir gün bayıyor ve kalp yine favori arayan beyni teselli etmeye çalışıyor

yazla ilgili sevdiğim özlediğim şeylerin tamamını yazsaydım
tarihe yeni bir kutadgu bilig kazandırmış olurdum
yazın satılan dans albümleri gibi yok satardı
insanlar o kadar çok severlerdi ki
secret kitabını saksı altına koymalık kullanırlardı

belki de hiç anlamazlardı

mutlaka anlamazlardı

çünkü kupkuru yollardan bahsedebilirdim
yazla ilgili özlediğim ve kışın hayalini kurduğum bir şeylerden birisi bu
caddelerin kenarları
yaz kurusu diye bir şey var bana göre
o kadar kuru ki kış o yoldan çok uzaklarda, belli oluyor
kışın bakıyorum hep ıslak ve hep mor gibi tuhaf bir renk
yazın yine pis ve manasız ama
kupkuru ve hep sahile gidiyor o yol sanki
pis karların birikmesine veya yağmur sularıyla kapanmasına daha var
yeni krem sürülmüş cilt gibi pasparlak
bir süre sonra gidecek olsa da mutluluk verici bir etki
yaz sonunda bakıyorum ve mutsuz oluyorum yollar yine kapandı bana diye
şimdi benim için ne hava ne de güneş önemli
ne zaman ki kuru bir yol görürüm ve alakasız bir kaplumbağa geçiyor olur oradan
o zaman yaz havasına girerim işte

mutluluk verici bilgiler değil belki bunlar ama
benim için
mutluluk verici ilgiler böyle şeyler.

26 Nisan 2011 Salı

AYI


Sabahları güzel bir öpücükle uyandırılmayı hiç hayal etmedim. Tek istediğim alerjimin sonucu olarak hapşırarak uyanmamaktı. Zaten ne öpüldüm ne de hapşırığım kesildi. Üstelik sabah sabah öpülmeyi hiç istemem, uykum hafiftir daha yüzüme yaklaşılmadan uyanırım. Öpmek isteyenin de yüzüne hapşırırım kesin.
İnsan evladı olan bunu ister diye düşünüyorum, öpülmek ister ilgi ister. Ama ben sabahları kokulu öpücülere kapalıyım. Bu tür sevgi girişimlerine karşı detaycı antikorlarım savaşıyorlar canla başla.
İnsan olmasaydım da detaycı olurdum diye düşünüyorum

Mango olsam koklanmak istemezdim mesela, her eline alan mutlaka kokluyor. Oysa mango öyle soyulmadan kokmaz, soyulunca bile kokmaz. Bunu nasıl yiyeceğiz şimdi diye yüzüme bakıldığında kala kala buna mı kaldım diye de üzülürdüm. İçilmek de istemezdim yenmek de. Ağacım da asılı kalmak da istemezdim diğer mangolarla. Kesin onlar çok neşeliler ve hiç susmuyorlar çünkü.

Köpekbalığı olsam çok kötü alışkanlıklar edinebilirdim. Kanser olmuyorum çünkü bir kere. Dünyanın en şanslı yaratığı gibi bir şey. Ayrıca çok da havalıyım istediğim balığı yiyebilirim. Balinanın yanına gidip onunla takılabilirim gönlümce. Sırtına da yatarım ama balinanın sırtındaki tortulardan tiksinebilirim biraz.

Pokahontas olsam tüm gün saçlarımla ilgilenirdim. Bronzum da zaten daha ne isterdim ki hayattan. Biraz da şu tarafa savurayım en iyisi saçlarımı diye vakit geçirirdim. İngiltere’ymiş savaşmış hiç işim olmazdı.
Bugün tek omuzlu giyeyim de milletin aklını alayım diye gezerdim kesin. Arada rakunuma saçlarımı oynatırdım, bir oraya bir buraya derken evlenmezdim de kimsecikleri kendime layık görmeyip.

Gazete olsam kuşun altına serilmek isterdim. Üstüme patates soğan doğransın veya camları silmek istemezdim asla. Kafes en süperi, kakalar gelebilir sorun değil. Ama biliyorum ki arada o kuş da gelecek yanıma, kenarlarımı kemirip altıma girmeye çalışacak. Neden yaptığını bilmediği gereksiz ve manasız hareketleri yaparken üstüme düşüp bir süre şaşkın şaşkın kalacak öyle. Hiç canımın sıkılmasına izin vermeyip tüm gün beni oyalayacak o saf kuş.

Ayı olsam tamamen ayı olurdum, detaylarım veya kurallarım olmazdı. Yani insanları yerdim. Aslında yemezdim ısırıp koparıp bırakırdım. Ayıyım yahu, koskoca ayı, ya ne yapayım öpeyim mi insanları sarılıp. Tavşanlarla mı koşturayım.dev pençelerim ayaklarım var bir kere onları kullanmam gerek.
Çadır görünce de dalardım içeri ne var ne yok yiyecek diye. Zaten insan halimle de gittiğim evlerde en merak ettiğim yer buzdolabı ve fırın olur. Tüylerimi de sürekli severdim çünkü insanlar sevemez, yerim direk sevmeye çalışanı. Kış uykusuna da yatarım mis gibi kardı yağmurdu hiç muhatap olmam.

İnsan olsam, insan gibi olmaya çalışmaktan çok sıkılırdım.

o değil o da değil


yataktan kalkmasını bilmeyen bir insanım
balıkadamların kendini tekneden atması gibi atıyorum kendimi ben de
her uyandığımda bir göz kararması bir sersemlik
mutlaka kendimi füze gibi fırlattığım anın bitişinde odamdaki bir ayna ile karşılaşıyoruz
kamaşmış gözlerimle kendime bakmaya çalışıyorum
o an her şey çok güzel, gördüğüm saçmasapan rüyanın devamı gibi
kamaşma geçiyor ve kuru üzüm gibi gözler ile dağınık saçlar günaydın diyorlar bana

bir şeylere programlanmış gibi yaşamayı hiç sevmiyorum
bedenimin bile buna uymasını istemiyorum
spordan sonra ağrısın kaslarım, eskisi gibi olmasınlar mesela
sabah gözümü açtığımda yepyeni bir vücudum varmış gibi uyanayım
hiç ağrımayan bir yerim ağrısın mesela
hayatta aklımın ucundan geçmediği bir yer
işte ben buradayım, hatırladın beni çok minnettarım der gibi ağrısınlar
herkesin vücudu gibi yorgunluktan değil farkındalıktan kırılsın etlerim
kemiklerim onları gereksiz yere kullandığım için değil
en olması gerektiği gibi uzattığım için sızlasınlar
tüm kaslarım kabotaj bayramındaymış gibi hissetsinler
limanlarına giriş izni almışcasına
kendi insan bedenini hissetmenin en güzel anı budur

bütün bunlara rağmen

insan mıyım yoksa başka bir şey mi pek bu konuda kesin kararım yok
ama vücudumdaki bazı şeyleri hissetmemeye başlayınca kendimi makina gibi görüyorum orası kesin
jetonla çalışan bir makina
insanlar bir jeton atıyor ve karşılığında performans bekliyor sanki
yağı var mı fişi takılı mı diye bakan yok
jetonu atan bekliyor
işin kötü tarafı bu bile değil üstelik
asıl sorun

jeton mu kaldı bu devirde diyip geçip gidenler

sarılalım sıkı sıkı


bazen içi civciv dolu bir küvete girmek istiyorum
aralarında uyuyamam tabi ki
zaten tüyleri de ağzıma burnuma girer
bir süre aralarında yatsam yeter
onlar kıpırdanıp ayaklarıyla üstümde gezerken veya uyuma sesleri çıkarıp en sıcak cinsine yapışırken yatayım işte aralarında
kısa bir süre kokuları içimi bayıp tüyleri alerjimi coşturana kadar

yüzüme dokunulmasından hiç hoşlanmayan ama yüzümle oynanmasına bayılan bir insanım
bu ikisi bir arada nasıl anlaşabiliyorlar pek bir fikrim yok
kaşımla mesela saatlerce oynansa hiç sesimi çıkarmam ama birisi mesela çeneme dokunsa havalı bir kung-fu hareketiyle elini kırasım gelir
elimle oynamaya mahkum ettiğim insan sayısı teşkilat kurup isyan edecek kadar çok
saçımla oynamaktan kolu felç olanlar nöroloji servisine gitseler ücretsiz tedavi edilirler
sırtımı bir kez kaşıma gafletinde bulunanlar ömür boyu g tipi ceza evine mahkum bırakılırlar

eğer bir civciv olsaydım en çok tişörtün içine yakadan sokulup göbekten çıkma anını severdim. sıcak kavanozun da mayoru ben olurdum.

zigonu gitti sehpası kaldı


yalnız kalmak aslında gerçekten yalnız kalmak değil
çünkü evde eşyalar var bir kere yalnız sayılmayız
içimizden konuşuruz genelde onlarla,hiç olmasa da konuşmak isteriz
benim gözümde hepsinin de bir cinsiyeti ve sıfatı var üstelik
bu beynimde neye göre biçimleniyor hiç bilmiyorum

televizyonun adam olduğu belli ama mesela ketılın genç oğlan olduğu nerden çıktı

bardaklar tamam kadın ama tost makinesi neden bir zamanlar amerika dan ziyarete gelen amca onu bilmiyorum

buzdolabı kesinlikle teyze ama perdeler nasıl oluyor da evde kalmış uzaktan akraba oluyor

sehpa tabi ki sosyoloji mezunu teyze ama sandalyenin gözümdeki araba meraklısı işe yaramaz genç imajını kim yaptı

daha dün eve gelen eliptik bisiklet nasıl oldu da kimya öğretmenliğinde okumasına rağmen atanamayıp mecburen ingilizce öğretmeni olan kadın oldu

bunların hiçbirisini bilemiyorum,sadece anında böyle şekilleniyorlar kafamda

ama hiç düşünemediklerim,sınıflayamadıklarım var

mesela kaloriferin üsünde duran mermer.o sanırım kutsal taş gibi,düşünürsem çarpar beni sanki
zaten bir ağırlığı var herkesle mutahap olmaz

evde tek eksiğim karasal iklimin susmayan kadını olan perde kornişi
arada çıkardığı seslerle sürekli varlığını belli ederdi
en çok akşamları ve sabah güneşi gördüklerinde ses çıkarırlardı

arada tamamen susmak veya ses çıkarmak istediğim zamanlar oluyor
ama bunun için ani bir soğuma veya sıcak bir güneşe ihtiyacım var
sebepsiz susup huzur bulmam için eşya olmam gerek

benim evimdeki eşyalar mutlular
ama ben onlar kadar şanslı değilim,onlar kadar beni anlayan yok
güneşi bekliyorum ben de sabırla

bikinilerim aradılar geçen gün,çok sıkılmışlar çünkü.

afiyet olsun


kendimi güvercinli neneler gibi hissediyorum

çatı katında yaşayan bir insanın başka bir seçeneği yok

amerika da yaşasaydım belki rakunlarım olurdu, onu da çok isterdim

ama şimdi sadece çatımda tıkırdayan, sağımda solumda pencerelerde guguklayan güvercinlerim var

dün hayatımda ilk kez aşurelik bulgur aldım

tabi ki güvercinlerim içindi

sanki güvercin değil de kızılay çadırında yaşayan depremzedelermiş gibi evdeki tüm bakliyatlar ve ekmekler onlara gidiyor

insan hayatında ilk defa bir şey aldığında artık o şey kendisiyle akrabalık kazanmış gibi oluyor

bundan sonra ben aşurelik bulgur görünce en azından bir selam verip geçmeliyim gibi

sonuçta bir kere aldım evimde ağırladım

bir defa yurtdışına çıkmış insanın ikinci seferinde dış hatlar terminaliyle buluşmasındaki rahatlık gibi ben de ilk kez aldığım domestos ile bir kez daha karşılaşırsam artık içini dışını bildiğimden bana temiz bir rahatlık gelir.

insanın tepesinde tıkırdayan bir güvercinin biraz dinlenince hayatı ne kadar değiştirdiğine inanmak tuhaf gelebilir

aşurelik bulgur kutsal bir şekilde pişirilip komşulara gönderilemedi

şu hayatta ne amaçla varım diye biraz fazla sorgularsak, aşurelik bulgur gibi üzülebiliriz

öyle ya da böyle mideye ineceğiz çünkü.

25 Şubat 2011 Cuma

ben de anlamadım


hayatımın en güzel anı hep sabah erkenden kalktığımdaki ilk 1 saat
çok mutluyum çok güzelim hayatım süper gidiyor o saatte
sanki pis hastane grisi istanbul havasında değil de mis gibi tropik güneşli bir havaya uyanmışım gibi
gereksiz bir neşe içerisine düşüyorum
kimsenin beni anlamaması umrumda değil
kimsenin beni aramaması umrumda değil
hayatım süper o bir saatte çünkü benim

yine garip bir hastalık sonucu cebimde demir hapıyla gezdiğim günlerden bir gün
alışveriş merkezi girişindeki metal dedektöründen geçerken
öttüm anlaşılmaz bir şekilde
tüm metallerimi sağdaki bölüme koymuş olmama rağmen
birkaç defa geçtim ama yine öttü
en son demir hapım mı yok artık o kadar da değildir diyerek çıkarıp yine geçtim
bu sefer ötmedi
çok leş bir gün olmasına rağmen o kadar eğlendim ki
telefon açıp birilerine anlattım
yetmedi
herkeslere anlatmak istedim bunu

koşarak iş arkadaşımın yanına gittim
hevesle anlattım
öfff be saçmalama dedi bana ve iş konuşmasına geri dönmemiz gerektiğini söyledi
hem inanmadı hem de ilgisini çekmedi
ben ondan daha inanamadım bu olayla neden ilgilenmedi
bir de üzerine azar yedim diye
hiç anlam veremedim ben mario yu bitirmiş çocuk sevincindeyken onun mesut yılmaz sıkıcılığına.

bazen yavru köpek gibiyiz, herkes bizi otomatikman sevecek,ne yaparsak yapalım kabullenecek sanıyoruz
görür görmez kucaklarına atlamaya çalışıp,biraz yüz görünce halılarının ortasına çişimizi yapıyoruz
sonradan gazeteyle dövülünce anlıyoruz tahammül nedir nereye kadar dayanır.

sabah kalkınca yavru köpek gibi sebepsiz bir mutluluk içerisinde oluyorum
sonra öğlen gelip gazete ile terbiye ediyor beni
hayat öyle değil kendine gel ve şimdi otur
akşam geldiğinde karnımı doyurup benden bu kadar diyor,başının çaresine bak
hemen yatıyorum çünkü

sabah ne yaparsam yapayım beni seviyor.

23 Şubat 2011 Çarşamba

o benimdir o benim


dünyaları versen de istemem dediğim bir çok şey var
dünyaları da istemiyorum zaten, ne yapayım bir sürü gezegeni ben
zaten uçakta sıkıntı basıyor bir de aylarca kapsüllere binip o dünya senin
bu dünya benim gezip duracak mıyım
imkansız
ben zaten nerede mutlu olduğunu anlamış şanslı tek bir insanım
bu da bana dünyanın bir hediyesi diye düşünüyorum

bir yer var sanki tanrı orayı ben huzur bulayım diye yaratmış
en kötü anımda düşünüp teselli bulayım diye dağları dizmiş
kıskançlığından, başka hiçbir yerde daha mutlu olmamam için en güzel anlarımı orada yazmış
neyse ki ben biliyorum, öyle bir yer var benim için,her şeyim orada ben nerede olursam olayım.

maldivler diyorum bazen,çok güzel sahiller buluyorum dünyada gidilecek
o an hissediyor ve çağırıyor beni anında vergi memuru gibi net ve kararlı.

beni bir bankın üzerine oturtuyor,elime tazecik çay veriyor.kendi konuşsa delireceğimi bildiğinden yerine bir başkasını bulup, çok güzelsin dedirtiyor.
güneşi açtırıyor benim için köpeğimin gözlerini gözlerime dikiyor
ben senin için buradayım diyor ne maldivi, ne taylandı, kendine gel.
sanki binlerce yıl önce herkes benim için, sırf orada çok mutlu olacağımı bildikleri için savaşmış gibi hissettiriyor.

tazecik çayımı içiyorum,hepsi benim diyorum ve kendime geliyorum.

10 Şubat 2011 Perşembe

gelme vatandaş


hiç anlayamadığım şeyler var
uzun süre düşünüyorum ve anlayamıyorum
etrafıma soruyorum yine bir anlam yok
sanki herkes çok zeki ve ben en aptallarla okey bile oynayamayacak kadar aptalım gibi
beynim bir an yaradılış mucizesi olmaktan çıkıp patoloji laboratuvarındaki numune oluyor, sonucu da negatif çıkmış olan.

hayatımda gitmeye tek tahammül edebildiğim yer akyaka pazarı
annemin beraber gitmeye çok meraklı olduğu günlerden birinde
babamla ellerimiz arkamızda teftiş müdürü gibi gezerken pazarda
garip bir meyve gördüm
mersin dedi adam
yaban mersinini biliyordum ama bu daha tuhaf bir şeydi
ağzının içinde metal tabakası kaplıymışcasına bir insan olduğundan babam attı ağzına
biraz kamaştırıyor dedi ve gitti
ben ucundan kemirdim ve o an dünyam karardı
ağzımın içi örümcek ağıyla kaplanmış gibi oldu
hemen peynir reyonuna koşup bir süre peynir yedim, oradan da mandalinalara koştum
ama tabi bu böyle bitemezdi
pazarcının yanına geri dönüp bunu kim yiyor diye sorguladım
adam, valla herkes çok sever dedi ula şivesinden anladığım kadarıyla
insanlar leblebi gibi yiyorlardı gerçekten
nasıl bu kadar farklı olabiliriz dedim
o kadar berbat bir meyve ki o bana göre
benim dışımdaki herkes nasıl yiyebiliyor bir türlü anlayamadım


hayat tatil değil
tatil bir hayat biçimi olabilir ama
ömür boyu tatil yapsak yine hayat adil değil diyeceğimiz anlar olur
çünkü insanlar çok can sıkıcı varlıklar
bazen herkes bana mersin gibi geliyor
beynime o kadar uzaklar ki neden varlar onu bile anlayamıyorum
kim seviyor bunları tanrım diyorum
ama görüyorum ki herkesin girdiği bir mide var,kamaşmayan ağız çok
tanrı ilk insanı yaratırken seçenek sunmuş muydu acaba
sadece elmayı yemeyin evladım,biraz ilerde ananas var mango var onlardan istediğiniz kadar yiyin mi dedi

bence öyle dedi.

7 Şubat 2011 Pazartesi

endikasyonları


hayatımda devamlılığı olan çok az şey mevcut
bunlardan en önemlileri arasında ilaçlarım var
alerjiler,nükseden sorunlar,kronik hastalıklar derken
hayatımın biricik aşkı hep ufak yuvarlaklar elipsler oldular.
onları cansız gibi düşünmem mümkün değil,onlar küçük insanlar gibi benim gözümde.

evdeki ilaç kutusuna bakınca populasyon görüyorum ben,medikal yardım değil.

vitaminler mesela göründükleri gibi olmayan insanlar.
herkesin çok yararlı diye konuştuğu ama aslında mide bulandıran şahıslar bunlar
vitamin dediğin şey gıdalarda mevcut zaten
bundan bihaber insanların prim verdiği kokulu ve popüler tipler vitaminler

ağrı kesiciler en önemlileri,kimisi velimiz kimisi en yakın komşumuz.
ağır olanlar dedemiz ninemiz resmen,hafif olanlar kardeşimiz.
her zaman yedekli bir şekilde hayatımızdan çıkmayan,en az haftada bir kez kendilerine koştuğumuz refakatçiler ağrı kesiciler.

alerji ilaçları en yakın arkadaş.onlarsız yolculuk yapmak çok sıkıcı ve çileli
her aradığında çantanda bulunması gereken bir ihtiyaç.
sadece sana huzur vermek için varolduğuna inandığın bir varlık gibiler.

şuruplar uzaktaki akraba gibi,varlığından sadece yılda 2 kez haberdar olduğumuz
bir işe yaramıyor gibi de ama bir kere içmek zorundasın işte.

iğneler en sevmediğimiz dersin hocası gibi,nefret ediyoruz ama iyi bir gelecek için o azabı çekmek zorundayız.
işimiz bittiğinde asla hatırlamak istemediğimiz hisler beslememize sebebiyet verirler.

geri kalan haplar da devlet memuru gibiler,ancak işimiz düştüğünde kendileriyle muhattab oluruz.


ben ise ilaç sepetindeki yarısı içilmiş antibiyotik gibiyim
bir insan bana başladığında etkimi hissetmesi uzun sürebilir
bu süreç içerisinde eğer sabırlıysa ve yan etkilere aldırmıyorsa faydamı görebilir
ama bu hiç olmaz
genelde iyileştirdim sanılıp yarım bırakılırım
bir süre sonra ağrı veya ateş sonrası pişmanlık ile sepette aranırım
yarım bırakıldığımdan da hiçbir işe yaramam
antibiyotik olduğumdan çöpe de atılmam,en fazla buzdolabına transfer olurum
ancak bir gün o buzdolabını temizlemeye karar veren bilinçli bir kadın gelene kadar orada kalırım

ilaçları buzdolabında saklamak bir işe yaramaz
her ilacın son kullanma tarihi vardır
ve antibiyotikler sadece hepsi tüketildiğinde işe yararlar

hata
endikasyonlarını okumadan içenlerde.

27 Ocak 2011 Perşembe

sabahlar olsun


sabah uyandığımda işte bu dediğim zamanlar oluyor.sanki gece yatma amacım sabah kalkmakmış gibi
hayatın en iyi yanı sabah uyanmak bana göre
gözümü açtığım andan itibaren bir sayaç işliyor sanki
yataktan kalkmam gereken zamanı belirleyen bir sayaç
bu sayaç şöyle;dönüyor sürekli tam yatağımın sağ yukarısında
içinde onun dönmesini sağlayan bir fare var
tabi ki bol tüylü ve ne yaptığını bilmeyen bir fare
ben uyanır uyanmaz anlamadığı bir dürtü ile koşmaya başlıyor
işte başladı diye
ben yataktan kalkana kadar koşuyor sürekli
o arada ben düşünüyorum yatağımda bugün de uyandım ve şu an aslında neredeyim diye
çünkü mutlaka çok tuhaf bir rüyadan uyanmış oluyorum
fare o arada bana bakıyor ne zaman kalkacak bu diye,sayaç işliyor çünkü
ona bakıp bazen konuşuyorum ama o koşturduğundan pek duyamıyor
neden benim için koşturuyor acaba diye düşündüğüm zamanlar oluyor
maaş vermiyorum,yemek vermiyorum çünkü
sonra fındık beynimden kaynaklanıyor olduğunu anlıyorum
hayali bile onu kilometrelerce koşturmaya yeter

güzel bir güne uyanmanın kıymetini kötü bir güne uyanınca hissettiklerimden dolayı çok iyi biliyorum
güzel bir gün insanın kafasındaki lastik toka gibi.eğer çok hırs yapıp daha da güzel olsun diye sıkıca toplarsan günlerce saç diplerini ağrıtırsın
sadece güzelce toparlayıp 2 tur çevirmek yeter tokayı,zaten gün içinde o kendiliğinden doğal şeklini alır

gece yatmadan hayal kuruyordum bir ara,sonradan bu sabah hayallerine dönüştü.yatmadan önce ne düşündüğümü bile hatırlamıyorum
sabah kalkınca bambaşka bir dünyadayım sanki
insan mıyım hayvan mı uzaylı mı yoksa omega açısından zengin bir kuruyemiş mi
kim bilir neyim
her gün başka bir şeyim resmen

ben bugün nasıl olacak diye düşünürken fare de dönüyor tiftik tüyleriyle bir heyecanla
sayacım işliyor
ama farenin bilmediği bir şey var
sayacımı çok önceden bozmuştum kötü güne uyandığım bir sabahta.

23 Ocak 2011 Pazar

çanta dediğin



ders programına dahil olmasına rağmen evde masa üstünde kalan kitaplar vardır
zavallı kitaplar onlar
defter olsa kalmaz mesela,defter önemli.öğretmen not yazdırdığı için,ödevler onun içinde olduğu için önemli.
bazı insanlar hep defter.harita metod olsalar hiçbir yere sığmasalar bile çantada yer bulurlar her daim.kimselerle paylaşılamazlar,2. el olmalarının bir anlamı yoktur çünkü kişiye özellerdir,hiçbir yerde unutulmazlar,kırmızı kalemle çizilirler,en güzel etiketleri hakederler.
kitaplar öyle değil ama.bir kere unutulsalar bile sınıfta mutlaka sıra arkadaşında aynısı vardır.ne var ki aynı anda okumakta sonuçta.çantada yer mi yok,hemen oracıkta bırakılırlar.
bazen üstüne oturulur,çoğu zaman birilerine verilir.her yeni insana geçtiğinde daha da bir karalanmış olur.
önemli kısımlarının daha önce altı çizilmiş olduğundan alan insanda heves bırakmazlar,bu yüzden de bir türlü sevilemezler.
şaşıp düşüp çantaya girdiklerinde de yerleri en arkalardır genelde.

bazen okul çantasına sığmayan kitap gibi oluyorum
sorumlusu da beni sırtına alıp götürmek yerine yer kalmadığı için çalışma masasında bırakan karmadan başkası değil

bana kalsa ben kaplandığım ilk günkü gibi mutluyum.





17 Ocak 2011 Pazartesi

bir varmış bir yokmuş dedikleri


aklıma hiç normal insan evladı fikirler gelmediğinden hep masal yazsam nasıl olur diye düşünürüm.
masalda saçmalama sınırı yok tam bana göre,bir başlasam neler yazarım kimbilir derken
dün gece anladım ki zaten çok garip bir masalın içindeymişim 10 yıldır.üstelik bu masalda ne yaratıklar var ne de sihirler iksirler.

bu masalda bir otel var
hiç kimsenin anlayamayacağı,yaşayamayacağı olaylar var
mutlu anılarla ama mutsuz sonla biten bir masal
ziraatçiler otel masalı bu

10 yıl önce tüm ailemizi şaşkınlıkla akyaka'da bir binanın içerisinde toplayan,türlü türlü insanla muhabbetin içine sokan,hiç aklına gelmezken bir köpek sahibi yapan bir otel burası.
eski bir bina olmasına,sürekli sorun çıkarmasına rağmen gerçek iyi insanların en mutlu olduğu
en havalı insanların tatile çıktıklarında doğal hallerine bürünmesine neden olan
ilk geldiğiniz gün hiç sevmediğiniz sonraki günler anlaşılmaz bir şekilde aşık olduğunuz
kışın boş durmak yerine öğrencilere yurt olup binbir entrikanın ve iddia kuponlarının havada uçuştuğu
depremlerde heyecanla bahçesine koşup sonra gülerek lobisine döndüğümüz
hastası olduğumuz vega grubunu bize komşu olarak sunan
10 metrelik küçük bir havuzu olmasına rağmen tüm ailemizi havuz mühendisi yapan
sezon dışında bahçesinde saatlerce kahvaltı yaptığımız
meteor yağmurları olduğunda terasına çıkıp yatarak izlediğimiz
güray ile flörtlerimizi bazen en iyi bazen yukarıdaki vasat odalarda ağırladığımız
akyaka'da her gittiğim yerde ismim yerine ziraatçilerin kızı olarak hitap edilmeme sebep olan
annem babam ve abimin işlettiği benim ise sadece salındığım ve bu ne ayak diye dikkat çektiğim
babamın bulmaca günleri düzenlediği
bahçesinde kocaman bir ağacı olan
kapının girişindeki masada saatlerce oturduğum
hep oturduğum
amaçsızca oturduğum hiç sıkılmadığım

bir oteldi

hayatımın 10 yılı orada geçti.
en farkında olduğum anlar,en güzel günlerim,en mutsuz anlarım hep oradaydı

benim yine bir tesellim var o da akyaka
ama hem akyaka'yı hem de ziraatçiler otel'i hiç ziyaret edememiş olanlara üzülüyorum
bloglara sığmaz geçirdiğim şu 10 yıl
kitap yazsam yeridir

ve gerçek bir masal kitabı olacağından eminim.

14 Ocak 2011 Cuma

1 yeni farenjit bulundu


uzayda hayat var diye düşünüyorum,ona hayat denir mi bilemem tabi.bakkal yok market yok,galaksi galaksi gez de nereye kadar.insanın canı hiç mi gofret istemeyecek yani,sonuçta insanın isterse insanımsı şeyin de istemeli.köpeğimsilerse ne olacak diye düşünülebilir ama benim köpeğim dudu da gofret sever bu yüzden bakkal gerekli.
bugün bir uzaylının gelmesini bekliyorum bana.
çünkü boğazımda,ağzımı açtığımda,uzaydan görülebilecek,görülmese bile hissedilebilecek enerjiler yayan nodüller var.
dışarıdan bakılınca hiçbir şekilde anlaşılamayan ama içeride kendilerince bayram havası yaşayan nodüller.
kronik farenjit çok tuhaf bir hastalık,geleceğinden eminim,mutlaka ziyarete gelecek.üstelik gelmeden önce haber yollayacak.bak ben geliyorum farkındaysan boğazında hafif bir yanma var,yola çıktım yani haberin olsun.
bu mesajı aldığımda biliyorum ki ertesi gün damlar.adeta bir sabah süprizi gibi sanki gece kupkuru gördüğün sokakların sabah karlardan bembeyaz olması gibi bir farklılıkla boğazına yerleşiverir.bir gecede nasıl böylesi gelebildi nasıl da kendi malıymış gibi yayıldı bunu anlamak mümkün değildir.
tek çare nodülün tatlı canı ne kadar isterse o kadar kalmasına izin vermek.antibiyotik en sevmediği şey,gideceği varsa da gitmez.sıcak ve soğuktan hiç hoşlanmaz başta rahatlar gibi olup sonradan sinirlenip coşar.boğaz pastili ise unutamadığı eski sevgilisi gibidir ilk buluşmada sıcacık anlar yaşanır ama sonra pastil eriyip gittiğinde aklı başına gelir bu geçici hevesler için ne diye heveslendim ki en iyisi eski halime dönmek der.
bazen havalardan ve gidişattan memnun kalmazsa çok sinirlenip ortalığı ateşe verebilir işte o zaman dostu mu düşmanı mı hiç anlamadığım şey olan benical cold yetişir.ağrısını ateşini biraz düşürse de gece o da nodüle uyup bedeni buhranlara ve kabuslara sürükler.
en sıkıldığı zamanda da canı gezmek ister en sevdiği yerler de acil servisleridir.oradaki agresif hemşirelere karşı inanılmaz bir zaafı vardır,özellikle onları seçip bulur.hemşirenin bir boğaz ağrısı için beni burada oyalıyorsun bakışlarıyla yaptığı iğne ile huzurla uykuya dalar.
uzaylılarla hiç irtibata geçtiler mi bilemiyorum.bazen çok kuvvetli sinyaller gönderdikleri oluyor,bu aralarda etrafta bir takım anlamsız olaylar gerçekleşince sebebi boğazım tamam sorun değil diyebiliyorum çünkü.

işin tuhaf tarafı geleceğini bu kadar bariz belli ettiği halde en ufak bir engellemede bulunamıyorum kendisine
müsait değilim şu sıralar çok yoğunum daha sonra gel diyemiyorum mesela
o daha gelmeden önlemler alamıyorum
çünkü ne yaparsam yapayım geliyor
sanki en doğal hakkıymış gibi,ona borcum varmış gibi yerleşiyor
insanlar sadece anlam veremiyor neden böyle olduğuma
ben ise artık düşünmeyi bırakıyorum kendisini
bazen yalnız kalalım istiyor
yatıyoruz beraber sadece
hep yatıyoruz.